MUBI'de İzleyebileceğiniz En İyi Filmler
Sinemaseverlerin film izleyebileceği platformların sayısı günden güne artıyor. Film seçiminde bu durum bizlere büyük bir kolaylık sağlasa da zaman zaman bu seçeneklerin çokluğu hangi filmi izleyeceğimizi karar vermemizi karmaşık hale getirebiliyor. Sinemaseverleri seçkisi ile tatmin eden platformlardan bir tanesi de MUBI. MUBI'nin özenle seçilmiş kataloğunda çoğu sinemasever, kendi zevkine uygun ve izlemeye değer filmler bulabiliyor. Bu listede MUBI'de en çok dikkat çeken kaliteli yapımları derledik, iyi seyirler.
1. Blue is the Warmest Colour
Kendisinden yaşça büyük bir kadına aşık olduktan sonra hayatı değişen 15 yaşındaki bir genç kızı anlatan 2013 yapımı Abdellatif Kechiche filmi. Julie Maroh'un Mavi Melek adlı çizgi romanından uyarlandı. Film 66. Cannes Film Festivali'nde en iyi filme verilen Altın Palmiye Ödülü'ne layık görüldü. Eleştirmenlerden çok olumlu yorumlar alan Mavi En Sıcak Renktir filmi, 2013 Kasım ayında Türkiye'de de gösterime girdi.
2. Climax
1990'ların ortalarında 20 genç dansçı, ormanın orta yerindeki bir yatılı okula 3 günlük bir prova için gelir. Burada son bir parti yapmaya karar veren gençler, bir anda kendilerini bambaşka bir atmosferde bulur. Uyuşturucu etkisinde olduklarını fark etseler de bunu onlara kimin yaptığı belli değildir. Bir süre sonra müzikle de birlikte nevrozların etkisine girerler, bazıları cennete uçtuklarını düşünürken çoğu cehenneme adım atmıştır.
3. Bir Zamanlar Anadolu'da
Kasabalarda hayat, bozkırın ortasında sürdürülen yolculuklara benzer. Her tepenin ardında "yeni ve farklı bir şey" çıkacakmış duygusu, ama her zaman birbirine benzeyen, incelen, kıvrılan, kaybolan veya uzayan tekdüze yollar...
4. Dogtooth
Film, üç genç kardeşin anne babalarıyla, sanki paralel bir evrende, farkında olmadıkları bir tutsaklıkta yaşadığı evde geçiyor. Evlerinden hiç çıkmayan, dış dünyayla ilgili hiçbir şey bilmeyen, adeta çocuk gibi kalmış kardeşler, köpek dişleri düşüp evden çıkmalarına izin verilecek günü bekleyerek yaşamlarını sürdürmektedir.
5. Brazil
Geleceğin tuhaf ve gereksiz derecede karmaşık, fütüristik dünyasındayız. Devlet memuru Sam Lowry (Jonathan Pryce), etrafını saran bu bürokrasi ve teknoloji cenderesinden bunalmış bir istatistikçidir. Kaçışı ve sükuneti, kendisini her şeyden izole ettiği hayallerde bulur. Rüyalarında sürekli olarak aynı kadını kurtardığını görür.Sam'in yaşadığı gerçek dünyayı ise, herşeyi görüp kontrol eden bir bilgisayar idare etmektedir. Jill Layton (Kim Greist) isimli genç kadın terorist olmakla suçlandığında, düzenli olarak hata kontrolleri yapmakta olan Sam bunda bir yanlışlık olduğunu farkeder ve Jill ile tanıştığında onun rüyalarında kurtarıp durduğu kız olduğunu anlar.
6. Persona
Persona, Bergman filmografisinin en şaşırtıcı ve en aykırı parçası. Yönetmenin ustalığının ve modern sinemayı etkilemekle kalmayıp onu nasıl büyük ölçüde kendinden çıkardığının en güzel kanıtlarından biri. Sinamotografisinin ustalığını bir yana bırakırsak, buradaki sinema dilinin günümüzdekinden geri kalan yanı yok. Sinematografi de işin içine girdiğinde Bergman fersah fersah öteye gidiyor. Kuralları kim koydu diye merak ediyorsanız işte size Bergman, sinemanın gerçek babası. Örneğin Lynch Mulholland Çıkmaz'ını yazarken bu filmi en az on kez izlemiş olmalıdır. Bir hemşire, konuşmayı reddeden, herhangibir psikolojik rahatsızlığı olmamasına rağmen çevresiyle iletişimi tamamen kesmiş bir aktristin bakımını üstleniyor. İkisi bir yazlıkta birlikte zaman geçirirken, birinin sessizliği nedeniyle açılan kışkırtıcı ve korkutucu kişilik çukuruna diğerinin (hemşirenin) karakteri düşüyor ve kendini en ince detayları ile açık etmeye başlıyor. Ve bir süre sonra hemşirenin kendi karakteri yok olup tamamen aktristin karakteri içinde eriyerek şekil değiştiriyor. (bibi andersson ve liv ullman'ın oyunculukları mükemmel) Sessizliğin gücü, karakter olmak, oynamak, kişilik ve kadın kimliği (John Berger'in Görme Biçimleri'ndeki tezini hatırlamakta fayda var: özellikle kadınların kendilerinden beklenen kimlik ve içlerindeki gerçek kimlik arasındaki bölünmüşlükleri) üzerine bir başyapıt. 1966 yılından sonraki sinemayı en çok etkilemiş ve hatta onu bizzat yaratmış olan filmlerden biri Persona. Ama burada örneğin bir Potempkin Zırhlısı ya da bir Metropolis gibi ancak miras kağıtlarındaki yazı olabilecek, yapacağını yapmış sonra da hükmünü uzun zaman önce kaybetmiş bir anlatı göremezsiniz. Bergman'ın Persona'sı, bugün bile tüm yönetmenlerin hayalini süsleyebilecek ve yapıldığı anda tüm dünyanın önünde eğileceği gerçek sinema anlatısıdır. Yapıldığı yıl bir kesimin takdirini toplamakla birlikte çok büyük bir kesim tarafından da acımasızca eleştirilmişti. Ne var ki sonrasında kuralları koyan filmlerden biri oldu.
7. In The Mood For Love
1962 yılının Hong Kong'u... Yerel bir gazetenin yazı işleri müdürü olan Chau ve eşi, Şangaylıların yaşadığı bir apartmana taşınırlar. Chau, taşınma gününde burada yeni kapı komşusu Li-Chun ile tanışır. Her ikisinin de eşlerinin yardımı olmaksızın eşya taşıyor olmaları ilginç bir tesadüftür. Li-Chun ve Chau, eşlerinin işte oldukları zamanı birlikte geçirmeye ve gitgide daha iyi arkadaş olmaya başlarlar. Neden sonra anlarlar ki, aslında ikisinin eşleri arasında bir ilişki vardır ve aldatılmaktadırlar. Durumu keşfetmek, onları aşk hayatlarını yeniden gözden geçirmeye ve birbirlerinden destek almaya itecektir.
8. King of Comedy
Kalkınan komik Rupert Pupkin onun idolü, kendi gizlilik yalvarır için bir gece talk show hosta takip başvurarak, showbiz başarı elde etmek istemektedir.Rupert Pupkin bir komedi büyüğü olmak için saplantı yapmıştır.Rupert Pupkin (De Niro), bir sahne kapı imza tazı, onun hala tomurcuklanma yetenek aşan ölçüde bir kalkınan stand-up obsesif hırslı komiktir.Jerry Langford (Lewis), ünlü komedyen ve talk show host ile yaptığı toplantı sonrasında, Rupert onun "büyük kırılma" geldi diye nihayet inanıyor.O Ancak, pes etmez ama ne istediğini alana kadar Jerry takibe ısrar ederler.Sonunda nihayet stand-up rutin gerçekleştirmek için alma umuduyla talk show host kaçırmaya onun psikotik Langford takıntılı arkadaşıyla Masha ile işbirliği yapmak zorundadır.
9. The Holy Mountain
İsa benzeri bir karakter ruhani bir liderin dünyasına girer ve onun aracılığıyla, gezegenleri temsil eden renkli bir grupla tanışır. Her birinin farklı dünyası vardır ve başlangıçta onların dünyalarını izleriz. Daha sonra kutsal dağa doğru gerçekleştirilecek yolculuk başlar.Öncelikle her Jodorowsky filmi gibi, anlatılması, özetlenmesi zor bir çalışma olduğunu belirtmek gerek. Her tür özet filmi anlatmak için yetersiz ve hatta 'saçma' kalıyor. Yönetmen öncelikle saykodelik kültüre ve gerçeküstücülüğe bağlı kalarak çekmiş bu filmi ve görsel olarak çarpıcı bir galeri var karşımızda. Fakat yönetmen 70'lerde karşı kültürün hedefi haline gelmiş her türlü kurumu da çaktırmadan eleştiriyor.
10. In Bruges
Belçika'nın Ortaçağ'dan kalma, en tarihi şehirlerinden biri olan Bruges, dünyanın her yerinden insanlar için bir terminal gibidir. Herkes günün birinde oradan geçer. Ancak tetikçi Ken ve Ray için Bruges belki de bir son durak. Londra'daki patronları Harry, Ken ve Ray'i Bruges'e bir işi halletmeleri için yollar. Ancak Harry arayana kadar, ikili şehirde bir turist gibi davranacak ve beladan uzak duracaktır. Ancak bela her zamanki gibi yerinde bulmaz ve onları bulur. Patronları aradığında ise, zaten o zamana kadar türlü tuhaf durumlara tanıklık eden ikili, bu kez kendilerini gerçek bir kaosun içinde bulacaklardır.
11. Frantz
1. Dünya Savaşı yeni bitmiş, yenik devletlerden Almanya için zor bir süreç başlamıştır. Savaşın sadece maddi değil, manevi kayıpları da büyüktür. Quedlinburg kasabasında yaşayan Anna (Paula Beer), Fransız cephesinde nişanlısı Frantz'ı kaybetmenin üzüntüsünü henüz atlatabilmiş değildir. Günün birinde kasabaya gelen bir Fransız, Adrien Rivoire (Pierre Niney), Frantz'ın Paris'te yaşadığı günlerden tanıdığı çok yakın bir arkadaşı olduğunu söyler ve kısa zamanda hem Anna'nın, hem de aynı evde yaşadığı Frantz'ın anne ve babasının yakın dostu olur. Ancak genç adamın söyleyemedikleri de vardır ve bunlar, Anna'nın hayatını tamamen değiştirecektir.
12. The Florida Project
6 yaşındaki Moonee (Brooklynn Prince) annesi Halley (Bria Vinaite) ile birlikte Orlando'daki Disneyland yakınlarında bulunan Magic Castle Oteli'nde yaşamaktadır. Düzenli bir işi olmayan Halley, günübirlik işlerde çalışarak hayatta kalmaya çalışırken, otelin şefkatli müdürü Bobby (Willem Dafoe), otel kurallarına aykırı olmasına rağmen onların otelde kalmasına izin vermekte, Moonee ve arkadaşlarının yaramazlıklarına otelin diğer sakinlerini aşırı rahatsız etmedikleri sürece ses çıkarmamaktadır. Çünkü Moonee ve annesinin gidebilecek başka bir yerleri olmadığını çok iyi bilmektedir.
13. Dead Man
19. yüzyılın ikinci yarısında, kaybedecek bir şeyi olmadığını düşünen genç bir adam, Batı Amerika’nın uç kısımlarına, bilmediği bir yere muhasebeci olmak için gider. Fakat o gidene kadar yerine çoktan başkası alınmıştır. O da ‘’Hiç kimse’’ isimli dışlanmış bir Amerikan yerlisinin hayatına girmesiyle gerçek bir Batılı olmayı kendine iş edinir. Hiç kimse’yle tanışmasıyla hikaye komik ve vahşi bir hal alır. Blake’in doğasına zıt olsa da, durum Blake’i silah kullanan, kural dışı avlanan bir katile dönüştürür. Blake yavaşça kontrolünü kaybeder.