“Güneşi Gördüm” kimin hikayesi? Hayatta tek arzusu çocuklarını okutmak olan Ramo’nun mu, parçalanan ailesine yeni bir hayat sunmaya çalışan Davut’un mu, erkek bedenine hapsolmuş kadın ruhuna karşı koyamayan Kadri’nin mi? Bu sorunun cevabını yönetmen Mahsun Kırmızıgül de karıştırmış olmalı. “Güneşi Gördüm”de birbiriyle bağlantılı üç farklı hikaye ile seyirci karşısına çıkan Kırmızıgül, üçünü de “ana hikaye” şeklinde kurgulayarak, filmdeki “bütünlük” duygusunu zedeliyor. Eş zamanlı “üç film birden” izliyormuş hissine kapılıyor insan.
Merkezde, zorunlu göç nedeniyle doğup büyüdüğü toprakları terk etmek zorunda kalan Güneydoğulu bir ailenin trajik öyküsünü anlatan film; göç sonrasında yan hikayelerini de geliştirmeye başlıyor. Bir kısmı İstanbul’a, bir kısmı Norveç’e göç eden bu insanlar; bambaşka dünyalarda buluyorlar kendilerini. Bir süre sonra, her biri kendi içinde ayrı olay örgülerine sahip, farklı sonlara ulaşan bağımsız hikayeler haline geliyor bu öyküler.
Ailesiyle birlikte İstanbul’a yerleşen Kadri’nin yaşadıkları ise, İstanbul içinde “başka bir İstanbul” tasviri yapıyor seyircisine. Ailesindeki diğer erkeklere benzemeyen Kadri’nin, abisi Mamo’dan gördüğü şiddete dayanamayıp, fuhuş yaparak para kazanmaya zorlanan bir travestiye dönüşme hikayesi, filmin en “sert” sahnelerini içeriyor.
Bu noktadan hareketle, “Güneşi Gördüm”ün esas derdinin “ötekileştirme” sorununa dikkat çekmek olduğunu söyleyebiliriz. Köylerinden göç etmeye zorlanan Kürt ailesinin kendi topraklarında, kendi devletinden gördüğü “ikinci sınıf insan” muamelesi ile abisinden sürekli dayak yiyen eşcinsel Kadri’nin maruz kaldığı şiddetin aynı nedene dayandığını anlatmaya çalışıyor Kırmızıgül; “kendisine benzemeyeni kabul etmemek (ve hatta yok etmek!)”
İlk filmi “Beyaz Melek”te şehir hayatının duyarsızlaştırdığı insanların ve kimsesiz yaşlıların dramını gözler önüne seren Mahsun Kırmızıgül, “Güneşi Gördüm”de daha “kritik” konuları ele alıyor. Güneydoğu’da yıllardır süre gelen terör sorununa değinen film, bu davanın “Kürt-Türk savaşı” olmadığının altını çiziyor. Filmin bu konuda tek kusuru, anlatmak istediklerini seyircinin yorumuna bırakmak yerine, karakterlerine söyletmesi. Seyirciye ders vermeyi amaçlayan didaktik öğretilerle dolu replikler, kendinizi Güneydoğu sorunu ile ilgili bir paneldeymiş gibi hissetmenizi sağlıyor.
Ana hatlarıyla bir göç hikayesini konu alan film; hastalık, cahillik, vatan sevgisi, büyükşehir kaosu ve kaybolmuşluk gibi çeşitli temalarla destekliyor öyküsünü. Şehit ailelerinin yaşadığı üzüntü de var filmde, travesti olan oğlunun fuhuştan kazandığı paraya muhtaç kalan yaşlı bir babanın çaresizliği de... Anlayacağınız, “Beyaz Melek”te karşımıza çıkan “mesaj çeşnisi”, “Güneşi Gördüm”de de sunuluyor önümüze.
Müzik kariyerinde göremediği saygınlığı, beyazperdede yakalayan Mahsun Kırmızıgül’ün sinemadaki istikrarlı tavrını takdir etmek gerek. (Atilla Dorsay bile hayran kendisine!) Sanatçının ikinci filmi “Güneşi Gördüm”; mekan seçimleri, çekim tekniği ve oyuncu performansları açısından da oldukça başarılı bir yapım. Filmin seyirci üzerindeki “duygusal etkisi” ise tartışılmaz. Canınız çok yanacak, bunu baştan söyleyelim.