Sizi dünya sinemasının yeni kahramanı ile tanıştırmak istiyorum bayanlar baylar: Karşınızda Jamal K. Malik... Amerikan sinema endüstrisinin yarattığı, doğa üstü güçlere sahip yapay kahramanlara hiç benzemiyor Jamal. Çizgi filmlerde değil, Hindistan’ın gecekondu mahallelerinde yaşıyor. Sefalet içinde bir çocukluk geçirmesine rağmen, yüzü hep gülüyor Jamal’in. Bu hali bana, caddelerde onlarcasına rastladığımız sokak çocuklarını hatırlatıyor. Buz gibi bir havada, titreyerek sizden para isterken bile gözlerinin içi gülen çocukları... Duygu sömürüsü yapmak değil amacım, hep merak etmişimdir bunu nasıl başardıklarını.
Jamal da onlardan biri gibi. Etrafındaki kötülüklere kayıtsız kalabilen, gördüğü onca pisliğe rağmen hiç kirlenmeyen bir sokak çocuğu. Onun tek bir dileği var hayatta: Yağmurlu bir gecede tanıştığı Latika’sından hiç ayrılmamak...
Dinlediğiniz bu hikaye ne kadar tanıdık değil mi? Hint diplomat Vikas Swarup’un romanından uyarlanan “Slumdog Millionaire”, baştan sona “doğulu” bir öyküyü taşıyor beyazperdeye. İlk bakışta şanssız bir çocuk gibi görünse de, edindiği iyi-kötü her tecrübe ile kendisini bekleyen “büyük mucize”ye hazırlanan Jamal’in, çöplüklerden milyonerliğe uzanan hikayesi, “kader”in nelere “kadir” olduğunu eşsiz örneklerle ortaya koyuyor.
Yaşadığımız herşeyin bir nedeni olduğunu ve bazen en ufak ayrıntıların bile hayatımızı değiştirecek kadar önemli olabileceğini anlatan film, ancak doğulu bir toplumda bu derece baskın olabilecek “kaderci” yaklaşımıyla dikkat çekiyor. (“Batılılar kadere inanmaz” şeklinde okumayınız lütfen!)
Gözü çocukluk aşkı Latika’dan başkasını görmeyen Jamal’in tükenmeyen sevgisi ve sadakati ise, sadece sinemada değil, tüm sanat eserlerinde hafife alınmaya başlanan “aşk” kavramı üzerine düşündürüyor seyircisini. (Jamal’in henüz 18 yaşında olduğunu göz ardı etmeyelim bu arada. Daha ne Latika’lar çıkacaktır karşısına!)
Amerika’nın tüm dünyaya empoze etmeye çalıştığı (en azından Obama’ya kadar!) materyalist değerlere ters düşen bir öze sahip olmasına rağmen, Akademi jürisinden 8 Oscar almayı başaran “Slumdog Millionaire”ın sırrı nerede peki? Üstelik kadrosunda hiçbir yıldız oyuncu bulunmuyorken... (Bırakın yıldızı, filmde tüm kadro Hintli çocuk oyunculardan oluşuyor neredeyse!)
Bu noktada filmin olağanüstü kurgusundan ve sürükleyici anlatımından bahsetmek gerek. “Slumdog Millionaire” olay örgüsünü, Hindistan’ın en popüler yarışma programı “Kim Milyoner Olmak İster?”e katılan ve büyük ödüle bir adım kala, yarışmaya hile karıştırdığı şüphesiyle tutuklanan Jamal’in hikayesi üzerine kuruyor. Zaman atlamalı bir kurgu eşliğinde, Jamal’e yöneltilen her soru sonrasında geçmişe dönüyor ve farklı bir yaşanmışlığa tanık oluyoruz. Tahmin edebileceğiniz gibi, sorular ve anılar birbiri ile bağlantılı.
“Trainspotting” (1996) ve “28 Gün Sonra” (2002) gibi “rahatsız edici” filmler ile ismini duyuran İngiliz yönetmen Danny Boyle, peşinden biri kovalıyormuşcasına hızlı hareket eden kamerasını, “Slumdog Millionaire”de de kullanıyor. Karanlık filmlerde görmeye alışkın olduğumuz bu anlatım tekniği, pek bir yakışıyor filmin sürükleyici hikayesine. Kalbinizde heyecan, içinizde kıpırtılar eşliğinde ayrılıyorsunuz salondan.
“Slumdog Millionaire”e “en iyi film” ve “en iyi yönetmen” dahil olmak üzere 8 dalda Oscar kazandıran bu formülün, acilen Türk sinemasında da denenmesi gerektiği kanaatindeyim. Çözüm ortada: “Doğulu”, sıcak bir hikaye; “batılı”, modern bir anlatım.