Yıllar sonra Sam Mendes'in yeni alemeti farikası için bir araya gelen Kate Winslet ve Leonorda di Caprio, bu kez aşklarını her ne pahasına olursa olsun çılgınca yasayan genç aşıklar olarak değil, evlenip barklanmış orta yaşlı bir çift olarak karşımızda.
“Hayallerin Peşinde” standart aşk filmlerinin aksine tehlikeli ve cazibesiz gibi görünen bir noktadan başlıyor hikayesini anlatmaya. “Ve evlenip mutlu oldular” diye bildiğimiz final anından sonrasını anlatıyor film. Belki de, film tüm cazibesini buradan alıyor. Nedir mi bu cazibe? Tabi ki sıradan olanı anlatmaya cesaret etmek.
Frank (Leonardo di Caprio) ve April (Kate Winslet), yıllar içinde ilişkilerinin, evlilik-çocuk-iş denkleminde sıkışıp kaldığını dehşetle farkediyorlar. Sıradan olmamakla övünen çift, sıradanlığın en dibinde bir hayata saplanıp kaldıklarını anladıkları anda ise değişmeye karar veriyor. Herkesin şaşkın bakışları arasında çiftimiz işi gücü bırakıp, hayalleri ve sevgilerini sil baştan sınayabilmek için Paris'e yerleşmeye karar veriyor.
Bu karar anından itibaren ikili birbirini yeniden keşfediyor. Hayallerin peşinde koşma fikri ikisine de güç veriyor. Sıradanlığın ortasında aldıkları kararla giderek yerleşik düzen için tehdit haline gelen çiftimiz, acaba hayallerinin peşinde daha nereye kadar koşabilecek?
Son derece karanlık bir atmosfer üzerinden, evli bir çifti masaya yatıran Sam Mendes, Richard Yates'in çok satan romanını perdeye uyarlamakla çok isabetli bir karar vermiş. Holywood'da Amerikan ailesini masaya yatırarak kesip biçmede nam salmış yönetmen “American Beauty”den sonra yine bildik sularda yüzüyor. Üstelik bu sefer sular hiç de tekin değil. İhtiraslı bir şekilde kavga eden,yitip giden hayalleriyle beraber birbirlerini de yırtan, aldatan, sıkılan bir çift izliyoruz perdede. Seyirciyi hazmı zor, depresif ve irkiltici bir sinema deneyimi bekliyor.
Gerek Kate Winslet gerekse Leonardo di Caprio çok başarılı bir oyun sergiliyor film boyunca. Tüm o buhran sahneleri, kavgalar, hepsi inanılmaz biçimde gerçek ve tanıdık. Belki de sırf bu yüzden bircok izleyici için hazmı zor bir deneyim “Hayallerin Peşinde”.
Üzeri kremaya bulanmış tatlı aşk hikayeleri izlemeye alışmış izleyici için film sıkıcı ve depresif gelebilir ama bir kez içine girmeyi başarırsanız, size çok şey düşündüreceği bir gerçek. Özellikle finale yakın herkesi darmadağan eden kürtaj sahnesinin yıl boyu konuşulacağı aşikar.
“Hayallerin Peşinde” birçok yönüyle övgüye değer bir film. Özellikle Kate Winslet'ın muhteşem performansıyla daha da yukarı çıkan filmin kalitesi yardımcı oyuncuların da en az başrol oyuncuları kadar iyi oyun vermesiyle iddiasını iyice pekiştiriyor. Leonardo di Caprio'nun Kate Winslet'ın yanında fiziksel olarak cılız ve yetersiz görünmesi ise belki de filmin tek açmazı. Kate Winslet gibi yuvarlak hatlı ve dişi bir oyuncunun yanına, ilerleyen yaşına rağmen liseli, yeni ergen bir oğlan çocuğu gibi görünen Leonardo di Caprio'nun reva görülmesi üzücü. Soruyorum, Ey “Titanic” sen nelere kadirsin?
Sinemada katıksız bir dram, başarılı bir edebiyat uyarlaması izlemek isterim diyorsanız; “Hayallerin Peşinde” sizi salonlarda bekliyor. Herkese iyi seyirler.