1) Birincisi vizyona girdiğinde ilk başta herkesin yerden yere vurduğu ancak elde ettiği gerçek gişe rekoruyla da herkesi şaşırtan “Recep İvedik”in devam filmi vizyonda. İlkinin başarısından sonra devamının hatta devamlarının çekilmesi hiç de sürpriz olmayan filmin yönetmeni yine ilk filmdeki gibi Togan Gökbakar, başrolünde ise elbette Şahan Gökbakar var. Yönetmenin kendi çektiği 3. uzun metrajlı filminde, zamanında çekmiş olduğu kısa filmlerdeki sinemasal tat yerine ticari tatlar başrolde. Bu da “sanat filmi yapıp parasız olmaktansa, popüler bir film yapar köşeyi dönerim” mantığının en iyi örneklerinden biri olmuş aslında.
2) İlk filmden tamamen bağımsız olan film, yine “halk kahramanı” Recep İvedik ekseninde dönüyor. Ninesinin Recep’ten kendisi ölmeden yapmasını istediği şeyler vardır ve Recep de ninesinin sözünü tutarak bunları yapmaya koyulur. Sosyal ortamlara, iş dünyasına girme ve adapte olma(!) çabaları üzerine döndüğünü söyleyebiliriz filmin. Pizza dağıtıcılığı, eczacılık ve hostluk gibi denemelerde başarısız olan Recep, kuzeni Hakan’ın reklam şirketine gider ve bir anda “patron yarısı” haline gelir. Kısa kısa ve birbirinden bağımsız da izlenebilecek bir sürü bölümün birbirine bağlanması da sayılabilir filmin geneli.
3) Şahan Gökbakar televizyon şovlarıyla ve yaptığı tiplemelerle dikkat çeken bir isim. Ancak asıl parlaması “Recep İvedik” sayesinde gerçekleşti. Burada harika bir oyunculuktan, daha doğrusu sinemasal anlamda bir oyunculuktan söz edilebilir mi bilmiyorum ancak tiplemeyi bu kadar iyi oturtamasaydı, dikkat çekmeyi de başaramazdı. Bu anlamda yaptığı iş herkesin harcı değil. Yapılan kötü makyaj ve sakal çalışmasına rağmen bu kadar ilgi gördü. Ayrıca devam filminde ona eşlik eden oyuncuların da bir skeçte oynuyor havasında görülmeleri bir sürpriz değil. Zira bu film uzun bir parodi zinciri aslında.
4) İlk filmdeki “iğrençlik” derecesi bu filmde biraz daha törpülenmiş ya da biz artık Recep’e fazlasıyla alıştığımızdan yadırgamıyoruz. Artı, daha “elit” tabir edilen bir kesimi yakalama çabası da var filmde. Zira ilk filmdeki 4 milyonu aşkın seyircinin bir kısmını da –kabul etmeseler de- bu kesim oluşturuyor. Asıl hitap ettiği kesimi çok da ilgilendirmeyen bazı isimler Recep’in sözlerinde geçiyor mesela (Gandalf, Clementine, Quazimodo, Marilyn Manson vs.) Filmin sponsorlarında da benzer durum geçerli. Starbucks ve Sushico gibi markalar da önyargılardan kurtularak ve markalarına zarar değil yarar geleceğini düşünerek bu büyük reklam fırsatını kaçırmamış ve filme dahil olmuşlar. Bu arada filmin Uzakdoğu restoranı bölümü biraz mide bulandırıcı olurken, yoga sahnelerinde gülme krizine girme ihtimaliniz büyük.
5) İlkinin yaygarasının ardından belli ki bu film de yine uzun süre gündemi meşgul edecek ve iyi bir gişe hâsılatına ulaşacak. Birileri “asla öyle filmlere gitmem, iğrenç” diyecek ve gizli gizli seyredecek, filmi beğendiğini söyleyenlere burun kıvıracak. Ancak film, iddiasının arkasında duruyor: Güldürmek ve iyi zaman geçirtmek. Kimse bir sinema şaheseri izlemek için salonları doldurmuyor. İki saat gülüp, bütün ön yargılarınızı bir kenara atarsanız eğlenmemeniz çok zor aslında. Kendinizi şartladıysanız da, bir yerden sonra muhakkak gülerken yakalayacaksınız kendinizi. Madem öyle, izlemeye karar verdiyseniz ya da bir şekilde yolunuz düştüyse, koltuğunuza rahatça oturup filme bırakın kendinizi. Bakalım kültür seviyeniz mi düşecek, keyif oranınız mı artacak?