Her şey Mark Twain’in şu sözüyle başladı: “Seksen yaşında doğup yavaş yavaş 18’imize doğru ilerlesek hayat sonsuz mutluluk olurdu”. 1940 yılında hayatını kaybeden Amerikalı yazar F. Scott Fitzgerald işte bu sözden ilham alarak 1920 senesinde Benjamin Button isimli seksenli yaşlarında doğup, geriye doğru yaşlanan bir adamı konu alan kısa hikayesini kaleme aldı.
Fitzgerald’ın hikayesi büyük bir fantazi ve bir o kadar da hayal ürünüydü. Bu yüzden hikayeyi beyaz perdeye taşımak için çok iddaalı ve hevesli olmak gerekiyordu. Proje yaklaşık 40 yıl ortalıkta dolandı. Bir zamanlar filmi Spike Jonze’nin yöneteceği konuşuluyordu. Ardından 1998 yılında Ron Howard filmi çekme girişiminde bulundu, başrol içinse John Travolta düşünülüyordu.
Film yapma hayalleri yaklaşık 10 yıl önce yapımcılar Kathleen Kennedy ve Frank Marshall’ın hikayeye el atmasına dek sürdü. Aynı proje Eric Roth, David Fincher ve Brad Pitt’in de ilgisini çekiyordu. Böylelikle proje hayata geçirildi ve F. Scott Fitzgerald’ın kısa öyküsüne dayanan hikayeyi Eric Roth ve Robin Swicord yazdı, Eric Roth senaryolaştırdı. Filmde Kathleen Kennedy, Frank Marshall ve Ceán Chaffin yapımcı olarak görev aldı. Yönetmenliğini David Fincher’ın üstlendiği filmin kamera arkası ekibi, görüntü yönetiminde Claudio Miranda, yapım tasarımında Donald Graham Burt, kurguda Kirk Baxter ve Angus Wall, kostüm tasarımında ise Jacqueline West’ten oluşuyor. Filmin müziği Alexandre Desplat’nın imzasını taşıyor.
David Fincher ve ekibi; tıp dilindeki ismi ‘Hutchinson-Gilford Progeria Sendromu’ olarak bilinen, genç hastaları yaşından daha olgun gösteren ve çok seyrek rastlanan ‘progeria’ hastalığının ileri aşamalarına kapılmış bir çocuğu andıran Benjamin’i kurguladılar. Progeria hastalığının kurgusal bir versiyonunun kullanıldığı başka bir film de Robin Williams’ın rol aldığı 1996 yapımı ‘Jack’ filmidir.
Bu ekip, pek de sıradan olmayan bir adamın yaşadığı serüven içinde karşısına çıkan kişilerin ve yerlerin, bulduğu ve kaybettiği aşkların muazzam öyküsünü, hayatın keyifleri ile ölümün hüznünü ve zamanın ötesine uzanan şeyleri konu alan bir film yaptı. Ayrıca bu eser akademinin de dikkatini çekti ve en iyi erkek oyuncu, en iyi yönetmen, en iyi yardımcı kadın oyuncu ve en iyi uyarlama senaryo da dahil olmak üzere tam 13 dalda adaylıkla bu seneki Oscar’ın en iddialı ismi olduğunu gösterdi. Film, İngiliz kamuoyunun da dikkatini çekmeye başardı ve İngiliz Oscar’ı olarak bilinen İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi (BAFTA) ödüllerine 11 dalda aday gösterildi.
Filmin senaristi Eric Roth, hikayeyi kurarken ve yazarken, anne babasının kaybını yaşadı. “Ölümleri benim için elbette çok acı vericiydi ve hayata başka türlü bakmama yol açtı. Bence insanların bu hikayede etkilenecekleri şeyler beni etkilemiş olan şeyler olacak”. Ayrıca Roth şu sözleri ile adeta filmin ana temasını çıkarıyor: “Yüzeyde, harika bir şey olacağını düşünürsünüz ama bu farklı türde bir hayat. Bence hikayeyi zorlayıcı kılan da bu. Benjamin hayatı geriye doğru yaşadığı halde, ilk öpüşmesi ve ilk aşkı onun için yine de aynı ölçüde önemli ve anlamlı. Hayatı ileriye doğru mu geriye doğru mu yaşadığınız fark etmez, hayatınızı nasıl yaşadığınız önemli”.
Filmin ilk hazırlıklarında, Fincher’ın Kennedy ve Marshall’la toplantıları çoğu zaman fazlasıyla kişiseldi. Yönetmen bu toplantılar hakkında şunları söylüyor: “Hikaye hakkında konuşmaya başlıyorduk fakat daha on beş dakika geçmeden, sevdiğimiz ama kaybettiğimiz, sevdiğimiz ama bize dikkat etmeyen ya da peşinden koştuğumuz veya bizim peşimizden koşan kişilerden söz ediyor oluyorduk. Film bu açıdan ilginç; hepimizde böyle bir etki yarattı”.
Film açısından en büyük zorluklardan biri Benjamin Button karakterini canlandırmanın tek yolu olarak Brad Pitt’in her yaşı bizzat kendisinin canlandırmasını istemesiydi. Yönetmen Fincher, “Brad karakterin hayatını baştan sonra oynayamayacaksa rolün ilgisini çekmeyeceğini söyledi” diyor. Ancak filmde Benjamin Button karakterini Brad Pitt dahil 7 aktör canlandırdı. Sette Brad Pitt’i rolüne hazırlamak için her gün 5 saat Brad’in bu rol için mükemmel bir seçim olduğunu ve rolün daha az yetkin ellerde pasifleşebileceğini söyleyen Fincher, Pitt’e rol arkadaşı olarak Cate Blanchett’ı seçti. Yönetmen, “’Elizabeth’teki performansından beri aktrise bir rol vermeyi düşünüyordum. ‘Sunset 5’e gidip, ‘Aman Tanrım, kim bu?’ diye düşündüğümü çok iyi hatırlıyorum. Böylesine bir güce ve beceriye sahip kişilerle her gün karşılaşmıyorsunuz” diyor. Fakat Daisy rolü için güzel oyuncu Rachel Weisz düşünüldüğü, ancak oyuncunun programı diğer film çekimleri ile çakıştığı için geri çevrildiği Hollywood kamuoyunda dedikodular arasında.
Blanchett, her ne kadar bale dersleri çocukluğunda kalsa da, Daisy’yi bir dansçının duruşu ve tutkusuyla canlandırdı. Daisy’nin oynadığı ve Benjamin’in o oynarken izlediği müzikalin ismi ‘Rodgers ve Hammerstein’ın Müzikali’. Bu sahneler, orijinal müzikalin sahnelendiği 1945 ve 1947 tarihleri arasında gerçekleşmek zorundaydı. Ayrıca daisy ikinci olarak çiftle sergilenen bir bale çeşidi olan ‘Pas De Deux’ dansını sergiliyor.
Ekipte babasını yeni kaybeden bir diğer isim ise filmde ‘Queenie’ rolünü canlandıran Taraji P. Henson. Henson kendi rolünü şöyle tarif ediyor: “Ölümle nasıl başa çıkılacağını bilen bir kadın o. Aynı zamanda, adeta bir koşulsuz sevgi abidesi. Irkçılığın söz konusu olduğu bir dönemde, kendisinin olmayan, beyaz ve böylesine sıradışı şartlarda doğmuş bir çocuğu eve alabiliyor. Tüm bunları gözardı edip onu seviyor. Babamı yeni kaybetmiştim, ve onu çok fazla özlememe rağmen, sanki ölümü Queenie’ye uzanan serüvenimin bir parçası gibiydi. Bu rol acımın dinmesine, acım ise performansımı şekillendirmeme yardımcı oldu. Sanat çok iyileştirici olabiliyor”.
Benjamin Button’a gerçek babası Thomas Button (Jason Flemyng) babalık yapmıyor. Daha doğar doğmaz bebeğin görüntüsü karşısına dehşete düşer ve onu bir emekliler evi olan Nolan Evi’nin basamaklarına terk eder. Benjamin’e ilk babalık görevini Tizzy (Mahershalalhashbaz Ali) yapar. Ali rolü için ise şunları söylüyor: “O, Benjamin için bir tür bayrak direği, erkekliği için bir barometre. Tizzy ona rehberlik ediyor ve onu büyütüyor. Okumayı yazmayı öğretiyor; Shakespeare’i öğretiyor. Ama bence her şeyden önce ona erkek olmak nedir onu öğretiyor. Tizzy, Benjamin’e bu temeli veriyor ki Benjamin’in hayatında bir erkek modeli olabilsin”. Benjamin için bir diğer baba figürü ise Jared Harris’ın canlandırdığı Kaptan Mike’dır. Harris bu konuda şunları söylüyor: “Babanız hayatınızda çok güçlü bir figürdür. Bu hikayenin örgüsünde de erkek karakterler ve babalar ile oğullar arasındaki ilişkiler çok önemli yer tutuyor. Kaptan Mike, Benjamin’i bir baba-amca gibi hayatın kötülükleriyle ve zevkleriyle tanıştırıyor. Ayrıca onu denizde bir yaşamla tanıştırıyor ve böylece Benjamin dünyayı görme fırsatı elde ediyor”.
Film, Montreal ve Karayipler’in de aralarında bulunduğu çeşitli mekanlarda çekildi. Karakterin doğum yeri olan New Orleans da bunlardan biriydi. Fakat New Orleans şehri Katrina kasırgasının yıkımını yeni yeni atlatıyordu. Bu yüzden film seti Baltimore’a kurulacaktı. Ancak, şehir yönetimi kasırgadan iki gün sonra yapımcıları arayıp planlarına sadık kalmalarını söyleyerek film ekibini yüreklendirdi. Böylelikle Hurricane Katrina’sının ardından, New Orleans’ta Danzel Washington’ın Deja Vu filminden sonra çekilen ikinci Hollywood filmi oluyordu.
Kostümler döneme uygun ve stilizeydi. Kostüm tasarımcısı Jacqueline West, hayatının başından sonuna Benjamin Button’ı giydirmek için 20. yüzyılın sinema ikonlarından yararlandığını söylüyor: “40’lardaki Gary Cooper’ı, 50’lerdeki Brando’yu, 60’lardaki Steve McQueen’i kullandım. Müthiş birer ilham kaynağıydılar. Brad’de de aynı karizma olduğu için o kıyafetleri taşıyabileceğini biliyordum”.
Pitt için gençliliğinden yaşlılığına Benjamin performansını destekleyecek bir diğer fiziksel öğe de dijital tekniklerdi. Uzun zamandır Fincher’la çalışmış olan görsel efektler amiri Eric Barba, Oscar ödüllü özel makyaj tasarımcısı Greg Cannom’la omuz omuza çalıştı. Cannom film süresince yaşlanma ve geriye dönük yaşlanma etkilerini destekleyecek protezleri yaratmakla sorumluydu.
Filmde ışıklandırmalar genellikle karede ampuller kullanılarak yapıldı ve çekimlerin doğal olması sağlandı. Doğal ışık kaynaklarını kullanabilmek, aynı zamanda hızlı hareket edebilmek için çoğunlukla dijital çekim yapıldı.
En son ‘Slumdog Millionaire’ filmiyle Altın Küre ödülünü kazanan ünlü yönetmen Danny Boyle, bir çizgi roman olan “Solomon Grundy” projesini hikayenin Benjamin Button’a benzemesi nedeniyle geri çekti.
Her kelimesi anlam yüklü replikleri ve hayatımızın her döneminde karşımıza çıkabilecek olaylar ile filmden kareleri hatırlayacağımız unutulmayacak bir başyapıt, sinema tarihinin unutulmaz filmleri arasına girmeye aday Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi, filmin açılış sahnesindeki doğuştan kör olan ve güneyin en iyi saatçisi ünvanına sahip Bay Gateau’nın yaptığı ve kaybettiklerimizi geri kazanma umuduyla geriye doğru işleyen ancak 2002 senesinden sonra tren istasyonuna yeni bir digital saat alınmasıyla hurdaya ayrılan saatin Katrina Kasırgası nedeni ile sular altında kalışıyla dramatik bir final buluyor.
* Sinemalife dergisinin Şubat 2009 sayısında yayınlanmıştır.