1928 yılında Los Angeles kentinde Christine, yöneticilik de yaptığı telefon santralından acil bir telefon alır. İstemeyerek de olsa işine gider. Herşey rutin gibi görünmektedir. Her zamanki gibi işten çıkacak, oğluyla beraber söz verdiği sinemaya gideceklerdir. Ama işler hiç de düşündüğü gibi gitmez.
Sıradan gibi görünen gün aniden bir kabusa dönüşür. Oğlu evde yoktur, kaybolmuştur. Polise derdini anlatmaya çalışır. Önüne önce prosedürler, daha sonraysa ilgisiz polis teşkilatı set çeker. Zaman ilerlemektedir ve çocuk yoktur.
Bir süre sonra olayı halkın gözünde kendini aklamak için bir firsat gibi gören Los Angeles polisi, Christine\'e başka bir çocuğu kendi çocuğu diye zorla kabul ettirir. Çocuğun kendi çocuğu olmadığını iddia eden kadının sıradan hayatı bir anda kabusa dönüşür.
“Sahtekar” filminin ana hatlarıyla konusu bu. Filmin nerdeyse gerçek olamayacak kadar tuhaf ve ilgi çekici bir konusu var. İnsan zorla başka bir çocuğun bir anneye kabul ettirilmesi meselesine şaşıp kalıyor. Ama filmde anlatılan herşey gerçek. Sırf bu yüzden bile film insanı derinden sarsıyor.
Ortada sahip olduğu tek önemli varlığı oğlu olan bir kadının dramı var. Üstelik bizimki gibi ailevi değerlere önem veren toplumlarda böylesi dramların insanda bıraktığı etki çok daha sarsıcı oluyor.Bunun yanında filmin tek derdi bir annenin dramInı anlatmak degil.
Toplumdaki farklı sorunların altını çizen ve buna uygun farklı anlatımlarla konusunu ayakta tutan bir film "Sahtekar". Yalnız yaşayan ve çalışan bir anne olarak sunulan “Christine”, kendi dramıyla uğraşırken erkek egemen kültürün duvarlarına bir bir toslamaya başlıyor. İşte patronları kadın yönetici olarak başarısına şaşarken, polis teşkilati sahte çocuğu reddetmesini, onun özgür hayatına bağlıyor.
İşler öyle bir noktaya geliyor ki; Christine polise karşı gelmeye cüret etmis diğer uyumsuz kadınlar ve akıl hastalarıyla beraber bir tımarhaneye kapatılıyor. Film bizi burada tekrar erkek egemen sisteme ve onun kolluk gücü polise karşı gelmiş başka uyumsuz kadınlarla karşı karşıya getiriyor.
Christine kayıp çocuğunu bulmaya calışırken farkında olmadan bağnaz bir toplumla ve yozlaşmış devlet otoritesiyle çarpışmaya başlıyor. Filmin gizliden gizliye böyle bir feminist dili var. Ama “Sahtekar” filminde herşey belli bir ölçü içinde anlatılıyor. Bir taraftan feminist bir dil tutturulurken, bir diğer yandan aile olmanın ne kadar özel birşey olduğunun altı çiziliyor.
Bütün bunlara ek olarak film öylesine özenle çekilmiş ki, 3 saate varan süresine rağmen temposundan hiç birşey kaybetmiyor. Kah dram halini alıyor, kah kaybolan çocukların akibetini öğrendiğimiz anda yönünü polisiyeye çeviriyor.
Türkiye ile belirli paralellikler kurulabilecek bir yozlaşma hikayesi gibi de algılanabilecek "Sahtekar", kesinlikle sezonun önemli filmlerinden biri. Filmde herşey cok ölçülü ve zarif. Oyunculuklardan, dönem atmosferini yakalamadaki başarısına kadar herşey filmde dört dörtlük. Anjelina Jolie “Christine” rolünde son derece inandırıcı ve etkileyici. Belki bir başyapıt değil ama Clint Eastwood sinemasının olgun ve çarpıcı bir meyvesi. Herkese şimdiden iyi seyirler….