1. 1960’ların ortalarında seyircinin filmleriyle tanıştığı bir isim Woody Allen. Ve o zamandan bu yana dikkat çekmeyi başaran bir yönetmen, oyuncu, yazar ve dahası... Herkesten daha farklı çalışan aklının son ürünü ise “Vicky Christina Barcelona” ya da Türkiye’deki gösterim adıyla “Barselona, Barselona”. Son dönemde yapmış olduğu “Maç Sayısı”, “Scoop” ve “Cassandra’nın Rüyası” gibi filmlerle yıllardır alışılagelen “New York’tan başka yerde film çekmeme” kuralını bozup İngiltere’ye giden Allen, bu kez daha sıcak bir yere, İspanya’ya çeviriyor kamerasını. Ve son dönem filmlerine nazaran eski sinemasına daha yakın bir film çıkıyor ortaya.
2. Film öncelikle Scarlett Johansson, Penelope Cruz ve Javier Bardem gibi yıldız başrol oyuncularıyla dikkat çekiyor ancak filmin gizli başrolünde şüphesiz İspanya ve Barcelona var. Baştan sona sizi sıcak atmosferinin içine gerek güzel manzaraları, gerekse gitar tınılarıyla davet eden Barcelona’da olmak istiyorsunuz ister istemez. Mekanik ve kirlenmiş şeylerden uzak, sanki hayatın kendisiyle karşılaşmışsınız gibi hissediyorsunuz. Öyle ki filmdeki bir karakterin molada hava almak için çıktığı gökdelenler arasındaki yerde bile rahatsız olup, Barselona’daki karakterlerin en sıkıntılı anlarında bile şehirden dolayı rahatlık duyuyorsunuz. Onlarla beraber bisiklet sürmek, fotoğraf çekmek, şarap içmek istiyorsunuz ya da Woody Allen’in dediği gibi “baskıcı Amerikan kültüründen” kurtulup özgür bir Avrupalı gibi yaşıyorsunuz.
3. Oyuncular filmin hakkını yeterince verirken, aralarındaki çekim ya da gerilimlere kaptırıyorsunuz kendinizi. Aynı heyecan ya da kıskançlığı yaşatıyorlar seyirciye. Allen ile üçüncü filmini çeken Scarlett Johansson sadece güzel bir sarışın olmadığının altını bir kez daha çizerken; Bardem ve Cruz’un karşılıklı “dilden dile geçen” oyunları da görülmeye değer. Eski karısı Maria Elena’yı(Cruz) yeni sevgilisinin önünde İspanyolca konuşmaması için sürekli uyaran Juan’ın (Bardem) “Speak English” tekrarları pek keyifli olmuş. Bu arada Cruz ve Bardem’in karşılıklı İspanyolca atışmalarının geneli doğaçlama olmuş ve aslında kimse fazla bir şey anlamamış. Filmin yazıları yazılırken tam olarak neden bahsettikleri anlaşılmış. Yönetmen de ortaya çıkan işten gayet memnun kalmış.
4. Woody Allen’in ilişkilere ve kadınlara dair enteresan yaklaşım ve çıkarımlarını son filmlerine göre bu filmde daha ağır olarak hissediyorsunuz. Bir aşk üçgeninden çıkıp dörtgenine giriyorsunuz. (Bir Umay Umay şarkısında da geçtiği gibi “üç köşe yetmez karelere böl beni “durumu söz konusu) Ve bu durum aleni olarak yaşanıyor. Kimse birbirinden gizli iş çevirmiyor aslında ve herkesin kuralları ve dengeleri değişmeye başlıyor. Eskiden karı koca olan bir çiftin yeni sevgililere rağmen birbirlerinden vazgeçememeleri, ne istediğini değil ama ne istemediğini bilen bir kadının maceraya atılışı, nişanlı olan başka bir kadının aile anlayışının bir gecelik ilişkiyle yıkılması vs. Her ne kadar Allen’in ilişkiler üzerine söylemleri eleştirmenlere ve çoğu izleyiciye göre ilk döneminde daha önemliyse de, bu filmde de yeni şeyler bulabilirsiniz. Hele ki Allen sinemasıyla yeni tanışıyorsanız.
5. Filmin fragmanını izlediğinz zaman yıldızlarla süslü ve gayet eğlenceli bir romantik komedi izleyeceğinizi sanabilirsiniz ancak karşılaşacağınız tam olarak bu değil. Malum bir gişe filmi değil, bir Woody Allen filmi izliyorsunuz. Daha çok diyaloglara dayalı film, aslında yönetmenin de dediği gibi “görünenin aksine daha çok hüzünlü bir film”. Ancak gerçek bir sinema tadı almak için gayet ideal bir film seçimi olacaktır. “Yok, ben sadece eğlenmek, eski model şakalara gülmek istiyorum” derseniz bu sizin filminiz olmayabilir.