Baba olmanın eşiğindeki Ronnie Christensen’in, “ya ölürsem” korkusuyla neleri kaçırdığını düşünerek yazmaya başladığı senaryo sonunda pelikülde. Duyulmaya başladığından itibaren “Lost” ve “Fearless” karışımı olarak beklenti yaratan, oyuncu kadrosu ile de seçim sebebi olan “Yolcular”ın yönetmen koltuğunda ise ısrarla ilk tercih olarak düşünülen Rodrigo García oturuyor.
Aynı gün okudukları senaryoyu beğenen üç yapımcının “finaline aşık olduk” diye tanımlayarak giriştikleri “Yolcular”, yapım ekibinin sık tekrarladığı bir “aşk” filmi temelde. Hem de “her şey biter aşk baki kalır” türünden. İlk bakışta gerilim filmi hissi uyandıran film, sadece bu yönü ile değil, bir de finali ile sürpriz yapıyor izleyicisine.
Yönetmen Rodrigo García’nın “Boomtown”, “Sopranos” ve “Carnivale” gibi iyi dizilerde yönetmenlik yapmışlığı var. “Yolcular”la dördüncü filmini çekmiş olan García, kendini 2000 yapımı bol ödüllü “Nine Lives” ile kanıtlamıştı. Görüldüğü üzere işine ve senaryoya aşık bir yapım ekibi ile tam bir bütün halinde yola çıkılmış.
“Yolcular”, direk açılışı ile “Lost”u andırarak başlıyor. Daha sonra genç terapist Claire’i tanımaya başlıyoruz. Özel hayatında kimseyle iletişim kurmayan, her daim ihtiyatlı olan Claire kazadan kurtulanlara grup seansı yapmak üzere görevlendiriliyor. Claire’in tam zıttı olarak kafasına estiği gibi yaşayan Eric, bu grup seansı teklifine karşı çıkıyor, böylece aşk konusunda ilk düğüm de atılmış oluyor. Claire’in, Eric’in evinde terapi yapmak üzere anlaşması da her şeyin ilk adımı…
Eric’le yakınlaşma, beğenip beğenmeme kararsızlığı arasında, hastalarıyla bile sağlıklı iletişim kuramayan Claire’e uzak durduğu komşusu bile öğütler veriyor. Kaçan fırsatlarını düşünüp üzüldüğünü anlattıktan sonra verdiği öğüt de filmin ana mesajı aslında. “Kanatlarını aç…” Zaten film temelde romantik gerilim gibi gözükse de, sürekli herşeyin farkında olmak ve fırsatları yakalamak üzerine vurgu yapıyor…
Eric’in evindeki teknolojik cihazlardan sonra, yalnızlaştığını hissetmesi, bundan sonrası için sadece yapmak istediklerini özgürce yapabileceği adımlar atması örneğin resim yapmaya başlaması psikolojik yapıyı hazır ediyor. Seansa katılan, fark edilir korkaklığının yarattığı utançla yıkılan, otuzlu yaşlarındaki Dean; güzel ve gençliğin verdiği cüretkârlıkla dolu, yirmili yaşlardaki Shannon; ellili yaşlarını süren, yaygaracı ve sinirli Norman ve Norman’dan on yaş genç, konuşmakta da kat kat çekingen davranan Janice ile işler iyice derinleşiyor.
Bir de grup seansını dışarıdan birinin fark edilmesi, Claire’in havayolları şirketinden Arkin ile görüşmesinden çıkarılacak gerçeği saklıyorlar yargısı ile film tam bir komplo filmine dönüyor.
Komplo bağı hazır kurulmuşken, Eric Claire aşkının başlamasıyla birden film kurduğu yapıyı tamamen unutarak, doğaüstü olaylara girişmeye çalışıyor. Ve ordan itibaren de hızla irtifa kaybediyor.
“Birdy”nin final sahnesinin kopyası ile başlayan, Claire’le Eric’in doğaüstü olaylarla karşılaşma ihtimalleri gibi sorularla tamamen yön değiştiren film haddini aşarak “Lost”, “Diğerleri” (The Others) ve “6.His” ile aynı kulvarda yüzmeye çalışıyor. Bu çabada senaryodaki gedikleri, hataları beraberinde getiriyor. Üstelik bazıları çok belirgin hatalar oluyor.
Eric kısaca tanıtılıp, aşka ağırlık verilince hikayeyi ve özellikle de finali daha da kuvvetlendirecek bağlar da kurulamıyor. Claire’in kız kardeşi ile aralarının kötü olması ilk sahneden itibaren işleniyor ama ayrıntıya girilmiyor, kapanış sahnesindeki duygusuzluğu uyandırıyor. Tek başına işlenip, komplo ve benzeri yanlış yönlere dağılmasa daha etkili olabilecek final bu sayede bir parça güme gidiyor ve tatmin etmiyor.
“Dev bir yumruk yemiş gibi oluyorsunuz,” diyor yapımcı Matthew Rhodes, “ve aniden bunun hayal ettiğinizden çok daha büyük bir aşk öyküsü olduğunu anlıyorsunuz. Başlangıçta sizi koltuğunuza mıhlayacak bir gerilim filmi izliyor ve tahminler yürütüyorsunuz ve sonunda geriye dönüp baktığınızda ‘çok güzel bir aşk hikâyesi izledim’ diyorsunuz. Bu filme aşık olmamızın ve onu çekmemizin nedeni de bu.” dese de bu sözler seyirciye geçmiyor, geçemiyor…
“Yolcular”, beklentileri karşılamasa da, tempolu ilerleyip sıkmaması sayesinde sürpriz finaliyle yumruk atacak seyircisini bekliyor.