İlk kez 1974’de “Baba 2”de aynı filmin kadrosunda yer alan yaşayan en büyük iki oyuncuyu aynı karede görmek için 21 sene sonrasını beklemek zorunda kalmıştı izleyici. Michael Mann başyapıtı “Heat”de karşılıklı döktürdükleri bir restoran sahnesi ile final dışında elde bir şey yoktu maalesef. Kariyerlerinin inişe geçtiği zamanlarda aynı karede yer almaları hayali nihayet gerçekleşiyor.
Sadece iki oyuncu sayesinde gelen bekleyişe katılan isimlerde bir hayli iyi… “Inside Man” senaryosu ile çıkış yapan senarist Russell Gewirtz’de bizimle aynı heyecanı paylaşanlardan. “Ne zaman senaryo Jon Avnet ve ardından Robert De Niro’ya gitti, o zaman yazdığım senaryonun film olacağına inandım. Ne zaman Al Pacino’nun takıma katıldığını duydum, o zaman filmin gerçekten olay olacağını düşündüm” diyerek paylaşıyor heyecanını Gewirtz.
Kağıt üzerindeki künye de bu olay olacağını düşündürüyor gerçekten. Ne de olsa iki büyük oyuncu bolca aynı karede görünecek, çıkışta bir senarist yazacak ve özellikle “Kızarmış Yeşil Domatesler” filmi ile tanınan ve sevilen, Richard Gere’li Uzakdoğu gerilimi “Red Corner” ile de sağlam bir referans vermiş Jon Avnet yönetecek. Polis filmi olacaksa zaten yönetmen kendini “Boomtown” dizisini yöneterek kanıtlamış durumda üstelik. Eksiler de yok değil aslında, örneğin yönetmenin yine Al Pacino’lu son filmi “88 Minutes”in yarattığı hayalkırıklığı.
Sözü filme bıraktığımızda daha ilk sahneden ikiliyi atış taliminde yan yana aynı karede görmek keyfin başlangıcı oluyor. Birbirlerini uyarmalarıyla, tetiği çekişleri sırasındaki heyecanlarını da izleyiciye geçirerek pozitif bir başlangıç yapıyorlar.
Hemen ardından ara sıra karlanan, kayan siyah beyaz görüntüde De Niro sahne alıyor. “Ben David Fisk. 30 yılı aşkın süredir NYPD’de görev yapan, birinci sınıf dedektifim. 14 kişi öldürdüm.” İtirafı geliyor. Oysa De Niro Turk, Pacino da Rooster. Peki öyleyse bu itiraf neyin nesi ve David Fisk kim? sorusunun peşine takılmamız isteniyor. Hay hay…
Söz konusu cinayetler tamamen kötüleri öldürmek üzerine şartlanmış bir seri katilce işleniyor ve cinayet sonrası silah ve bir de şiir bırakılıyor cesedin yanında. Filmin açılış sahnesinde gördüğümüz attığını vuran De Niro ya da filmdeki adıyla Turk, demek ki katilmiş yargısıyla çok erken karşılaşmamız isteniyor. Ama o kadar yavan şekilde ilerleyen filmde ve başarısız senaryoda bunun hedef şaşırtma olduğu ve sürpriz finalin geleceği çok açık. Peki ona da tamam deyip izlemeye devam ediyoruz…
Araya katılmaya çalışılan, senaryonun gittiği finale açılacak yan yollar için yaratılmak istenilen yan öykücüklerle başlıyor filmin zaafları. Turk’ün cinselliğe dayalı ilişkisi başta olmak üzere anlamsız yan öykülerle ortaya çıkan yan öykücükler zaafı, sürpriz finale de zarar veriyor.
Bir polisin, seri katil olduğuna inanmak, üstelik ilk sahnede gördüğümüz kişi değil de başka bir polis olduğuna inanmak için, seyircinin başka bir şeylerle oyalanması gerekiyor. Ama bu konuda “koca bir hiç” var izleyicinin karşısında. Sürpriz final için hazırlanan her şeye ihanet edermişcesine ıskalanan çok fazla şey var. Bir gece kulübün erkek tuvaletinde uyuşturucu kullanan güzel avukat kadınla, karanlık sokaklar, seri cinayetlerle doldurulması gereken arka planda sadece kartondan görüntüler var maalesef.
Filmin ortalarında ortaya çıkan terapistle, iki genç dedektifle temposu artması beklenen film aksine olduğu yerde saymak konusunda direniyor adeta. İki büyük oyuncuya odaklı filmde en azından meslekte uzun süre birlikte çalışmış, birbirini çok iyi tanıyan ikilinin aralarındaki dostluk bağını görmek de mümkün değil. Biri sinirli, biri uysal iki adam diye geçiştirilmiş profil var fonda. Terapist sahnelerinde bölünmüş ekranda yan yana gördüğümüz ikiliye dair daha dişe dokunur replikler olsa biraz daha derlenip toparlanabilirdi belki ama en azından ikilinin silah üzerine, tetiği çekme anındaki hisleri üzerine söyledikleri bir parça ümit veriyor.
Sözüm ona sürpriz son hatrına katilin profiline de odaklanmak mümkün olamıyor. Özellikle kötüleri öldüren polis denildiğinde akla gelen dizinin başkarakteri “Dexter”da gördüğümüz ayrıntılar, karakter profilinin çeyreğine bile razı olunabilirdi.
Hikayeye derinlik kazandırmak yerine yönetmen Avnet, “Heat”deki restoran sahnesine gönderme yapmak adına durmadan benzer sahne arayışına giriyor. Finalini de “Heat”in finaline benzeterek, muhtemelen filmi izlediğinde kurduğu fantezinin peşinden koşuyor.
Heat’de gördüğümüz kovalamaca sahnesi bir havaalanında son bulurken, Mann gölgelerden ve seslerden ustalıkta faydalanıyordu. Oysa Avnet, finalini Açıkhava yerine, demiryolu civarındaki bir depoda yine ışık oyunlarıyla, uçak yerine tren sesi ile süsleyerek ikiliye rövanş maçı ayarlıyor.
Senaryodaki zaafları yüzünden, inandırıcılıktan uzak “Kopya Cinayetler”, mantıklı bir film de olamıyor, anlaşılabilir de… Kötü senaryo ve köyü yönetmenlik yüzünden temposu da bir türlü yükselemeyen film, ortalarından sonra seyircide sonu belli bir filmi izleme sıkıntısını yaşatıyor sürpriz olmayan finaline kadar. Böylece iki büyük oyuncuyu iyi filmde yan yana görme hasreti bir başka bahara kalıyor…