Mizaru, Kikazaru ve Iwazaru. Görmeyen, duymayan ve konuşmayan üç maymunun adlarından bahsederek başlamak lazım anlatmaya. Her ne kadar Japon efsanelerinde şeytanı, yani kötülüğü görmemek, işitmemek; fakat görülüp, işitilse de söylememek olarak anlatılsa da, günümüzde bu üç maymun, gerçeklerden kaçmak için görmemek, duymamak, söylememek anlamında kullanılagelmiştir. Peki, bizlerde kendi hayatlarımızda üç maymunu oynamış mıyızdır hiç?
Türk sineması son 10 yılda gittikçe yükselen bir grafik eğrisinde ilerliyor. Sinemamızda Yeşilçam döneminden “Türk Sineması” olgusuna geçişin kuvvetlendiği, görsellik, kalite ve içerik esaslarında gözle görülen bir artışın olduğu gerçeğini kabul etmeliyiz. İşte son dönemde sinemamızı yükselten ve uluslar arası arenada adım adım ilerleten bir isme bu sebepten hakkını teslim etmek gerekir.
Çektiği filmlerin sayısına bakıldığında “Nuri Bilge Ceylan Sineması” kavramına hayret edilebilir. Fakat göz ardı edilmemesi gereken önemli bir detay vardır ortada. O da Koza’yı da dâhil edersek yönetmiş olduğu altı filmde de başından beri süregelen kendine has bir üsluba sahip oluşudur. “Üç Maymun”dan önce çekmiş olduğu diğer dört filmin hem senaristliğini hem de yapımcılığını hatta “İklimler” filmindeki oyunculuğunu da hesaba katarsak, “Üç Maymun” filmindeki başarısının zemininin çok önceden bu yana hazırlanmakta olduğunu görebiliriz.
Fakat diğer filmlerine oranla bu filme olan merak ve ilginin fazlalığı ve yönetmenin sanatını ikinci planda bırakan iki sebebi, Cannes jürisinden “en iyi yönetmen” ödülü ile ayrılması ve birazda ödül alırken yapmış olduğu konuşması sebebiyle kendisinden bihaber Türk izleyicisinin filme karşı duyguları olarak gösterebiliriz. Bu zamana kadar ismi duyulduğunda çok sanatsal veya sıkıcı filmlerin yönetmeni olarak Türk seyircisinden reaksiyon alan yönetmenin ödülünü ithaf ediş şekli birden dikkat çekmesine sebep olmuştur ki, bu özellikle sinema adına üzücüdür.
Yönetmenin fotoğraf sanatçılığının getirdiği bir görsel anlayışı var. Başarılı bir fotoğraf sanatçısı olarak fotoğraflarında da sıkça kullandığı ve yakalamaya çalıştığı kasvetli, karanlık ve tüm sıkıcılığının gerçekliğiyle hayatı anlatma düsturu ve birçok eleştiriye rağmen filmlerinde de bu üsluba devam etme kararlılığı kendisini değerli kılmaktadır. Belirli sahnelerdeki sanki bir fotoğrafa bakıyormuşsunuz izlenimi yaratan şey; aslında gerçek hayatta zaman durdurulabilse saklamak istenen, ama zamanın durdurulamadığı o anın seyirciye sunuluşudur. “Üç Maymun” filminde aynı teknikle daha çok diyalogun harmanlanması bizlere daha farklı bir deneyim yaşatacaktır emin olabiliriz.
Filmdeki oyuncuların sözleriyle ilgili en önemli bir detayı aktarmak gerekir ki, bu da Nuri Bilge Ceylan’la çalışırken rol yapmamaları gerektiğini kendisinden işitmeleridir. N.B. Ceylan’ın filmlerinde ki gerçeklik duygusunun anahtar noktasının da rol yapmaktan ziyade karakteri gerçek kılmaktan kaynaklandığını gösterir bir açıklama bu. Tabii bunun üstüne birde bu gerçekliği izleyiciye yansıtmaya çalışan fotografik sahneleri sayarsak izleyici için sadece Türk Sineması adına değil, sinema adına farklı bir deneyim olduğunu söylememiz gerekir.
Filmde müzik olmamasının eksi yönlerini saymak yerine izleyiciye belki de yanı başında gerçekleşmiş bir olguyu yaşatmak arzusunun yattığını da dip not düşmeliyiz. Zira N.B. Ceylan’ın film müziği olgusuna, seyirciyi kendi algılamak istediği gerçek yerine, müziğin yönlendirdiği duygulara yönlendirmesi gerekçesiyle pek soğuk baktığı da bilinen bir durumdur.
Filme baktığımızda, “Üç Maymun” filminde yönetmenin eski alışkanlıklarının aksine bu sefer kendi aile üyelerinden ziyade farklı bir kadroyla çalışma yolunu seçtiğini görüyoruz. Daha önce de yönetmenle çalışan Ercan Kesal’dan farklı olarak, “Janjan” filminden sonra ikinci kez sinema filmi için kamera karşısına geçen Rıfat Şungar, Devlet Tiyatrosu sanatçısı, aynı zamanda dizilerden de tanıdığımız bir yüz olan ve ilk sinema deneyimi olan Hatice Aslan ve Yavuz Bingöl’ün canlandırdığı bir aileyi izleyeceğiz. İçine düştükleri durumda; yaşadıkları acıdan ve sırtlarına yüklenen sorumluluklardan, gerçekleri görmemeyi, duymamayı ve söylememeyi seçerek kaçmaya çalışan bu ailenin yaşadıklarına gerçek hayatın kendisiymiş gibi yakından tanıklık edeceğiz. Kendi görmeyen, duymayan, söylemeyen üç maymunumuzu ekranda arayacağız.
Filmin basında yayınlanmış konusuna kısaca göz atacak olursak; “Eyüp(Yavuz Bingöl) genel seçimlerde muhalefet partisinden aday olan patronu Servet’in (Ercan Kesal) yaptığı bir kazayı, patronunun isteği ve vereceği para karşılığında üstlenerek hapse girer. Seçimi kaybeden patronu, hapisteki Eyüp’ün karısı Hacer (Hatice Aslan) ile ilişkiye girer. Oğlu İsmail (Rıfat Şungar) durumu fark eder ve annesini suçlar. Tabii devamında bir namus cinayetinin gelmesi de kaçınılmaz olur.” İşte buraya kadar tipik bir Yeşilçam melodramıyla karşı karşıyaymışız gibi duruyor.
“Üç Maymun” senaryosuna ve resmi sitesinde verilen açıklamaya bakıldığında aslında toplumun aşina olduğu bir konuyu işliyor. Özellikle toplumumuzda yaygınlığa sahip kapalı aile yapısı, çevrenin; sosyal, ekonomik, kültürel, siyasi ve ananevi baskısının dışa vurumu, insanın içinde hapsetmeyi başaramadığı çelişkileri anlatıyor. Hem yerli hem de yabancı eleştirmenlerden hayli olumlu not alan film kendi anlattığı öyküsü ile eski Yeşilçam melodramlarına benzetiliyor. Fakat “patronunun yerine hapis yatmak, bu arada hanımın kötü yola düşmesi, erkek evladın namus damarlarının kabarması ve sonucunda olanlar” şeklinde özetlenebilecek bir film olmadığı kesin.
Sonuç olarak “Üç Maymun”, sadece ödül aldığı veya ülkemize ithaf edildiği için değil, gerçek ve takdir edilesi bir sanat eseri olması sebebiyle izlenmeyi hak eden bir film olarak, Nuri Bilge Ceylan’ın “tutkuyla sevdiği, yalnız ve güzel ülkesinde” 24 Ekim’de gösterime giriyor. “Üç Maymun” yönetmenin önceki işlerinden daha olgun ve seyirciye daha yakın dokusuyla, tutkusunun ortaklarını arıyor…
Yazı: Tamer Sağcan
• Paylaşım için Sinemalife.com dergisine teşekkür ederiz.