‘The X-Files: İnanmak İstiyorum’un haftanın en ilgi çekici filmi olduğu kesin, ancak ne yazık ki izleyene kadar. Yıllarca takip ettiğimiz ‘X-Files-Gizli Dosyalar’ dizisinden oldukça farklı ve tam anlamıyla vasat bir olay örgüsü üzerine kurulan film; dizinin hayranlarını hayal kırıklığına uğrattığı gibi, ‘X Files’ fenomeninden bihaber olan yeni izleyicilere de keyifsiz bir seyir deneyimi yaşatıyor.
Yazının başlığına bakıp da, mübalağa yaptığımı düşünüyorsanız, inanın yanılıyorsunuz. Gerilim ve heyecan beklentisiyle izlediğiniz bir filmde, sizi yerinizden oynatacak gerilim dolu sahneler yerine, sıradan dram filmlerinde görmeye alıştığımız uzun ve yersiz diyaloglar ile karşılaştığınızda; oturduğunuz koltuk, yatak hissi vermeye başlıyor. Hele yanınızda omzuna uzanıp uyuyabileceğiniz bir sevgiliniz varsa, değmeyin keyfinize...
‘X-Files’ denince aklınıza ne geliyor sevgili okuyucular? Diziden haberdarsanız eğer; korkunç, korkunç olmasa bile ürkütücü ve mistik olaylar canlanıyor olmalı zihinlerinizde. ‘X-Files’ı hiç duymadığınızı varsayalım; isimdeki ‘X’ harfinden yola çıkarak, ‘bilinmeyen ya da açıklanamayan hadiseler’ şeklinde bir yorum getirebilirsiniz bu isme. Üzülerek söylüyorum ki, ‘The X-Files: İnanmak İstiyorum’da yukarıda saydığımız sıfatlarla tanımlanabilecek hiçbir olay yaşanmıyor. ‘Kung Fu Panda’da bile daha çok heyecanlandığımı ve olayları merak içinde takip ettiğimi söyleyebilirim.
Çocukluğumda etkisinde kaldığım ‘X-Files’ hikayelerinin anısına, filme daha ılımlı yaklaşmaya çalışsam da başaramıyorum... Filmin hikayesinin, diziden ve bir önceki filmden bağımsız olarak gelişeceğini önceden biliyorduk ancak bu filmde, ‘X-Files’ı dünya çapında bir fenomen haline getiren temalardan uzak kalınması, yıllardır yaşayan bir efsaneyi yok etmekten başka hiçbir işe yaramamış.
Hikayenin merkezinde iki ayrı aşk öyküsüne şahit oluyoruz. Biri oldukça tanıdık. Ajanlarımız Fox Mulder ve Dana Scully’nin yolları bir vesileyle yeniden birleşiyor ve aslında hiç ayrılmadıklarını hissetmelerine sebep oluyor bu kesişme. Filmin kahramanları olmaları nedeniyle, Fox ve Dana’nın aralarındaki duygusal çatışmaların ön planda olması bir nebze kabul edilebilir ancak hikayenin sürükleyiciliğini azaltacak ve seyirciye ‘bir dram izliyormuş’ hissi verecek sahnelere hiç gerek olmadığı kanaatindeyim.
Bu zamana kadar tanık olduğumuz ‘X-Files’ hikayelerinde, araştırılan cinayet ya da ölümlerin kaynağında genellikle tanımlanamayan doğa üstü ve mistik sebepler ile karşılaşmaya alışkın olduğumuz için; ‘The X-Files- İnanmak İstiyorum’da yaşanan tüm garipliklere bir dünyalının sebep olduğunu öğrendiğinizde, filmin adındaki ‘X’ harfini çıkarıp atmak geliyor içinizden. Olayların ardındaki sır perdesi aralandığında ise, filmde ilk ve son kez olmak üzere şaşırıyorsunuz.
‘X-Files’ geleneğinden tamamen uzak işlenmiş bir olay örgüsü ile karşımıza çıkan ‘The X-Files: İnanmak İstiyorum’da mistik birşeyler aradığınızda bulabileceğiniz tek unsur, zaman zaman gözlerinden kan gelen, psişik güçleri olan bir medyum. Medyumun bir özelliği de pedofili (çocuklara karşı duyulan cinsel istek) zanlısı, eski bir rahip olması. Bu karakter üzerinden sunulan, “insanların ‘sapkınlık’ olarak yorumladıkları bazı cinsel dürtülerin de en nihayetinde Tanrı tarafından gönderilen ve bu nedenle önüne geçilemeyen duygular olabileceği” eleştirisi, filmden aklımda kalan tek şey oldu diyebilirim.
Filme karşı bir önyargı oluşturmak istemem ancak sizleri süslü anlatımlar ile kandırmaya da hiç niyetim yok. ‘X-Files’ serisinin size öğrettiği herşeyi unutun ve beklentilerinizden sıyrılarak filmi izleyin. Benden farklı düşünmeniz dileğiyle, iyi seyirler...