1995 yılında Richard Donner yönetmenliğinde çekilen “Assasins” adlı filmin senaryosu ile sinemaya ilk adımı atan Wachowski kardeşler bu kötü filmin isimlerine armağan ettiği soru işaretlerini bir yıl sonra kendi yönettikleri filmle silmeyi başardı. 1996’da yazıp yönettikleri, lezbiyen çiftin kara para aklayıcısından kaçıp kurtulmaya çalışmasını anlatan “Bound” filmiyle yaygın kullanılan sinema dilini kullanarak 6 ödül, 10 da adaylık kazandılar. En ilgincinin MTV Sinema ödüllerinin “En iyi Öpüşme sahnesi” olduğu bu ödüllerin fazlaca getirdiği tanınmışlık daha fazla özgürlük alanı getirdi.
Sinemayı değiştiren birçok filmin ardarda geldiği 1999 yılında ise artık ustalar arasına tereddütsüz yazılan bir isme sahip oldular. Sinema izleyicisinin uzun süre koltuğunda çakılı kalarak anlamaya çalıştığı, bitiş jeneriğine üzüldükleri “Matrix” sinemaya kazandırdığı yeni görsel efektler başta olmak üzere, birçok bilinmeyen denkleme seyircisini ortak etmeyi başararak uzun süre tek kaldı. Ardından gelen zayıf iki halka ile tamamlanan üçleme bir yana, sürekli beslendikleri kaynakları onore ettikleri Animatrix ile bugünlerini belli etmişlerdi. Animatrix’deki 4 animenin senaryosuna imza atan kardeşlerin, filmi her mecraya taşıma fikirleri yeni bir pazarlama yöntemini de kazandırdı sinemaya. Matrix dünyasının “Cyberpunk” kültüründen geldiği ve bu sebeple de türün en önemli örneği “Ghost in The Shell” animesinden taşıdığı izlerin esinlenme’den fikir hırsızlığına uzanan ince çizgisi de üstlerine yapıştı kaldı.
2005’te “David Lloyd”un grafik romanından uyarladıkları “V for Vendetta” senaryosu ile çizgi roman kültürüyle olan bağlarını devam ettiren Wachowski kardeşler yine bir uyarlama ile çıkageldi.
Matrix’in verdiği hayranlığın etkisindeki yapımcıların tanıdığı sınırsız özgürlük ve sürekli hayranlık duydukları animasyon kültürünü denenmemiş şekilde beyazperdeye aktarma hissi “Speed Racer”ın görsel dünyası için elimizdeki sebep olarak görünüyor.
Kökleri televizyon tarihine dayanan Speed Racer, ABD’ye ulaşan ilk başarılı çizgi dizi. 1967’de Tatsuo Yoshida’nın yarattığı ve Japonya’nın efsanevi yapım şirketi Tatsunoko Productions’ın hazırladığı Speed Racer başlangıçta ismi “Mach Go Go Go” olan 52 bölümlük bir TV dizisiydi. Dizinin Japonya’da hit haline gelmesinin üzerinden henüz altı ay geçmişken, dublajlı olarak gösterildiği Amerika’da popüler hale geldi. Dizi daha sonra nostaljinin moda olduğu 1990’larda geri dönüş yaptı ve 2000’li yılların başında güncellenmiş iki versiyonu yayımlandı. Son 40 yılda neredeyse üç nesil Speed Racer’la büyüdü. Bu yüzden ailelere ulaşma fırsatının altını çiziyor yönetmen ve yapımcılar.
Hızlı Yarışçı daha ilk sahnesinden sıradan bir film olmadığını haykırarak başlıyor. Dur durak bilmeden yapılan kesmelerle hızlı kurgunun verdiği bilgiler çok kısa zamanda çok şey anlatma amacında belli ki. Ama ilk sahneden itibaren içine düştüğünüz renk cümbüşü algılarınızla oynama isteğinin de bir kanıtı olarak karşılıyor sizi.
Klasik çizgi film serisi “Hızlı Yarışçı Speed Racer”ı beyazperdeye taşımak, Wachowski’ler için bir klasiği yeniden yorumlama ve aynı anda daha geniş bir aile kitlesine ulaşma fırsatı anlamına geliyor bir bakıma. Bunun için de sık sık ön plana çıkardıkları klasik aile tablosuna ve fertlerine odaklanıyorlar. Bazı klişeleri de bu amaçla kullanıyorlar. Tipik aile filmi havası yaratmak için ailenin en küçük oğlu “Spritle”ı da öykünün kaymağı adına kullanıyor Wachowskiler. Maymunuyla olmadık zamanlarda ortaya çıkan Spritle filmin en eğlenceli karakteri olarak kendini sevdiriyor.
Spritle’ın aksine evin diğer fertlerini sadece fotoğraf tamamlansın diye kullanıyorlar. Speed Racer’in babası’nın filmdeki ağırlığının yarısı bile yok yardımcısında. Adı sanı fazla geçmeden bir görünüp bir kayboluyor. Anne deseniz arada bir mutfakta krep yapmaktan bir adım öteye geçmiyor. Racer’in sevgilisi Trixie ise Christina Ricci faktörüne yüzeysel anlatımla geçiştiriliyor. Çizgi film dünyasının karikatürize anlatımını sonuna kadar sürdüren Wachowski’ler yeni bir stil yaratıyorlar ve bunu uyguluyor uygulamasına ama seyircideki yansımalarının sonuçlarını veya geri dönüşümlerini görmezden gelecek kadar heveslerine yenik düşmüşler adeta.
Kötü adamların tamamen kötü çizilmesini de çizgi filmlerden başarıyla adapte etmişler ve Royalton’ı yaratmışlar. Birde hiçbir çıkar beklemeyen idealist bir iyiyi karşısına dikmişler ki, Racer X bu konuda diğer karakterlerden daha şanslı görünüyor. Öykünün tümünde bağlayıcı olarak filmin sonundaki süprizle de sevindiriyor üstelik.
Özellikle Racer ailesinin Royalton fabrikasını gezdikleri sahne “Çarli’nin çikolata fabrikası”ndaki anlatıma, Tim Burton’un dünyasına yakın duruyor. Pilotların eğitimi konsunda bilgilendiğimiz sahne ise her bakımdan ilginç ve eğlenceli. Casa Cristo rallisi öncesi yaşanan tüm olaylar da yarış dünyasının tüm kötülerine karşı neredeyse dünyayı kurtaracak hale getiren bir görev sunuyor Speed’e o da istemeye istemeye ailesinden de habersiz soluğu yarışta alıyor.
Filmin en eğlenceli anları ise Geçit sahnesi’nde yaşanıyor. Görünüşleri “Rocky & Bullwinkle” filminin kötü karakterlerine benzeyenleri elbette iyiler haklıyor ama aksiyon anlamında, hayli garip kesmelerle ne olduğu anlaşılmayan bir sahneye dönüşüyor.
Genelinde oyuncuların arkasındaki yeşil ekranın hissedildiği ve inandırıcılığı olmayan bir yarış yansıyor beyazperdeye, sürekli renk cümbüşü sayesinde de bozulan algılar için yorucu deneyime dönüşüyor. Seyircinin garip kurgu karşısında da koltuğunda kaçan rahatının verdiği huzursuzluk ise film boyunca sürüyor ne yazık ki.
“Larry ve Andy, ‘Matrix’le filmi izlerken bilincinizi değiştiren görsel bir tarz yarattılar. Filmde yapılmasının mümkün olmadığını düşündüğünüz şeyler gördünüz,” diyor yapımcı Joel Silver. “Ve ‘Hızlı Yarışçı Speed Racer’la filmlere bakışınızı bir kez daha değiştirmek istediler. En görkemli ve zorlu yarış pistlerinde uçan otomobillerin olduğu öyküyü anlatmak için akıllarında yeni bir konsept vardı—hiç görmediğiniz, fantastik aksiyon sahneleri. Bilgisayar animasyonunu gerçek oyuncularla birleştirme konusunda yeni bir yaklaşım bu. Kardeşler kalıpların dışına çıkmayı, sınırları zorlamayı seviyorlar.” Anlaşılan ordan görünenle buradan görünen farklı. Wachowskiler yarattıkları dünya ile ne inandırıcı olabiliyor ne de rahat bir izlenim yaratamıyor, sonuçta da kimseye yaranamayıp boş bir filme imza atmasıyla kalıyor.