Aslı, güzel sanatlar fakültesi resim bölümünde son sınıf öğrencisidir. Bir gün hocasından ödünç aldığı oldukça değerli bir kitabı kaybeder. Kitap eski ve orijinal bir minyatür kitabıdır ve bu kitabı kaybetmiş olmak Aslı\'ya psikolojik olarak oldukça ağır gelmektedir. Üstelik kitabı tam olarak nerede ve kaybettiği, gün içinde ne zaman kaybettiğini de hatırlamamaktadır. Bu durumda, en yakın arkadaşı Nevin tarafından bir psikiyatriste götürülür ve psikiyatrist doktor Melih de "geçici hafıza kaybı" tanısı koyarak hipnoz önerir. Kitabı kaybettiği günü bir hipnoz seansının içinde yeninden ve sırasıyla yaşamaya başlayan Aslı, hipnoz içindeyken tanımadığı ve ürkütücü bir adamla karşılaşır. Kitabını bulmaktan başka bir şey düşünemeyen Aslı, hipnozda karşılaştığı adamın hikayesiyle birlikte saklı kalmış bazı gerçekleri de öğrenecektir. Aslı\'yla birlikte Melih ve Nevin de, geçmişte kalan aile sırları, masallar, bir çocuğun hayalleri, İstanbul ve Burgaz Ada\'nın gizemli atmosferinde bir yolculuğa çıkarlar.
Bu farklı konusu ve hipnozun da yardımıyla, iyi bir jenerikle açılıyor film. Klasik bir türk filmi izleyemeyeceğimizi kanıtlamaya çalışırcasına giren planlar ve replikler, daha baştan bu çabanın eksisini gösteriyor aynı zamanda.
Anne’nin oğluna masal anlatması Özge Özder sayesinde parlayan anlardan. Ama dinleyen çocuğun gözlerinden anlam çıkarmak için gözbebeklerini oynatmasına dair isteklerle yakalanan görüntülerde bir o kadar anlamsız, bir o kadar gereksiz.
Masaldan cümlelerden animasyona dönüştürme işlemi ise çok başarılı. Hele masal sahnelerinin hepsi animasyon halinde olup, anne-oğul karşımıza bu kadar sık gelmese tadından yenmez bir hal alırdı.
Aslı rolündeki Damla Tokel’e de bir parantez açmak gerekiyor. Emrah’ın kadın versiyonu gibi her daim boynu bükük duran biri olması da, Asia Argento’yu andıran fiziği de hayli ilginç.
Senarist Yönetmen Gökhan Yorgancıgil, ilk filminde gerçek olaydan yola çıktığını belirtse de, masal bölümleri hariç, bahsettiği dokuyu yakalayamamış. Hatta filmin basın bülteninde yer alan bazı ifadeler hayli şaşırtıcı kalıyor. “Sıfır Dediğimde tıpkı 1001 Gece Masallarındaki gibi, Doğu’nun mistik ve gizemli dünyasına bir yolculuk… Doğu ile batının, hayal ile gerçeğin iç içe olduğu bir film” cümlesinde geçen doğu ile batının iç içeliği hiç yansımamış maalesef. Hele 1001 gece masalları örneği havada asılı kalmış. Yine de yönetmenin bu cümleleri ulaşmaya çalıştığı çıtayı göstermesi açısından önemli dipnotlar haline geliyor. Nihayetinde tamamıyla bizden bir malzemenin işlenme çabası başarıyla gerçekleştirilememiş bile olsa takdir edilecek bir çaba.
Hipnoz seansı sırasında noktadan, kuşun gözüne yapılan geçişle başlatılan animasyon sahneleri, yaratılan hava gelecek için ümit veriyor.
Oktay Kaynarca ile Hazım Körmükçü’nin ses renklerinin birbirine benzemesi, Psikoloğun bazı sahnelerde pek de kendinden emin davranmaması, Damla Tokel’in hipnoz sahnelerindeki başarısız performansı filmin eksileri olarak akılda kalıyor.
Son dönem Türk sinemasının 60’ların klasik siyah beyaz filmleri dokusuna yaklaşmaya çalıştığı dönemde farklı bir yol deneyen Yorgancıgil iyi bir başlangıç yapamamış olsa da mutlaka devam etmeli… İyi bir çıkış noktası yakalansa da varış noktasına tek parça halinde varamayan “Sıfır dediğimde” yine de farklı film izlemek isteyenleri memnun edebilecek bir film.