Yönetmen Alexandre Aja, gerçek ismiyle Alexandre Jouan-Arcady’nın bundan önce çekmiş olduğu filmlere bakarak net birşey ifade etmemiz ne yazık ki mümkün değil! Korku filmlerinin genç Fransız yönetmeni Hollywood namına yaptığı işlerin hepsinde orta halli bir kalite tutturmuş. Oyuncuları istisna kabul ederek, teknik ekibe de yapılacak tek yorum "İdare eder!" oluyor. Kamera iyi açılar yakalamış, efektler yerinde ve gerçekçi, mekan tasarımı hoş ve benzeri birçok şey...
Senaristi ayrı tutuyorum. Yahu hiç mi Cem Yılmaz seyretme eğilimine sahip olmadı bu adam. Cem Yılmaz’ın "Bir Tat Bir Doku" adlı stand-up gösterilerinin korku filmleri ile alakalı neredeyse tüm tespitlerini filme uygulamış. Küçük yaştaki çocuğun suçlu oluşundan, onun söylediği ince sesli korkutucu şarkıya kadar... Arkamdaki mutlu çiftler gerilimin had safhalarına tırmanırken, ben Cem Yılmaz \'ın esprilerini hatırlayıp güldüm, itiraf edeyim...
Efendim, oyunculara gelelim. Kiefer Sutherland’ın filmografisi oldukça geniş fakat asıl şöhretini "24" adlı dizi ile yakaladığını hepimiz biliyoruz. Sutherland, gerçekten canlandırdığı "Ben Carson" karakterinin hakkını veriyor. Fakat diğer oyuncuların gerçekçiliğine bakıldığında "bir kişinin takımı kurtar(a)madığı" anlaşılıyor.
Başroldeki Ben\'in ayrı yaşadığı eşi Amy rolüyle karşımıza çıkan Paula Patton ise önemli bir yere sahip olmasına rağmen, geri kalan oyuncular gibi vasat notla sonlandırıyor görevini.
Ve gelelim filme, konusuna, anlatmak istediğine ve bu isteğinde ne kadar başarılı olduğuna ...
Konu özetle şu: "Ben Carson, görevi sırasında bir adamı öldüren ve bu olayın ardından görevinden istifa eden bir dedektif ve aynı zamanda sıkı bir alkoliktir. İçkiyi ve dedektifliği aynı anda bırakmasının yan etkisi mi nedir bilinmez, üzerinde hayli sıkıntı ve stres yoğunlaşır. Bu sırada hasıl olan "dengesizlik ve psikolojik bozukluk " yüzünden karısından ve çocuklarından ayrı bir yerde, kardeşinin evinde yaşar. İşsizliğine son vermek için Mayflower Binası’nda güvenlik görevlisi olarak işe başlar. Bu binada yıllar önce büyük bir yangın olmuş ve çoğu kişi hayatını kaybetmiştir.
Ben, gece vardiyasında çalışmaya başladıktan sonra binanın içindeki aynalarda olağandışı şeyler olduğunu fark eder. Bu olağandışı güç zamanla kendisini ve çevresindekileri etkilemeye ve hatta zarar vermeye başlar. Filmin devamı da olayın çözüm bölümü...Bu özet yeterli...
“Aynalar” (Mirrors); insanların bilinçaltına yerleşen bilgilerin, kavramların metaya (nesneye) aktarılmaları sonucu ortaya çıkan esrarengiz gücün, şeytan tarafından yönetilme olağanlığı üzerine kurulu. Seyirciyi düşünmeye, sanrılara itmeye zorlayan bir yapım olmasının yanında; filmin anlatmak istediği konu amacından saparak "klasik şeytan çıkarma filmleri" ile aynı yere geliyor. Klişe korku filmlerine taş çıkartıyor ama taş çıkartmaktan da öteye gidemiyor. Vasat noktasında oyalanıp duruyor...
Ayrıca değinmek istediğim bir husus da "Manastır-Şeytan Çıkarma Olayı".Hollywood\'un buram buram misyonerlik kokan bu adımları her ne kadar artık Türk seyircisinin aklını çelmeye yetmese de, o kadar kötü suratlı adamların yanında, manastırdaki bayanların yüzlerindeki \'temizlik ve hakkaniyet\' göz kamaştırıyor!!
Film çıkışında yanındaki sevgilisine : "Manastırdaki kadından Allah razı olsun , baba kadınmış” gibi garip ve komik bir yorum yapan Türk gencini görünce, ister istemez bu konuları düşünmek zorunda kalıyorum.
Gelelim bir başka olaya. Birçok sahne esinlenme, ya da çalıntı diyelim hadi. "Yeteneksizler esinlenir , yetenekliler çalar” sözünü de kelimelerin akabinde hemen verelim ki, yapım ekibine sığınacak bir liman olsun. İspatları neler diyecek olursanız , sizi de tatmin etmek boyun borcumuz!
1. İlk sahne “Bourne” serisindeki kovalamacayı andırıyor. Tek fark Jason Bourne orada askerlerden kaçıyordu, buradaki karakter varlığı müşahhas (somut) olmayan bir şeyden kaçıyor.
2. Büyük tavanlı binada kuşların ansızın havalanması. Sinema tarihinin belki de en klişe sahnelerinden. En yakın örneği de "Da Vinci\'nin Şifresi".
3. Aynalardaki hayalet efektlerinin bazıları “Halka” (The Ring) filminde kullanılmış ne yazık ki.
4. Şimdi kesin hatlarını spoiler olacağı için ver(e)meyeceğim bir geçiş sahnesi. Dabbed ve Hint filmi "Maorushwi"deki geçişle birebir aynı.
Aynı olamaz mı? Elbette olabilir... Senaristin ya da ekipteki herhangi birinin aklına özgün (orijinal) bir fikir olarak gelmiştir, fakat diğer filmlerde kullanıldığı için esinlenme durumuna düşmüştür. Belki de o sahneyi ömrü boyunca görmemiştir,görmeyecektir.
Bunu bir sinemasever olarak, hatta ileri gidip bir sinema eleştirmeni olarak mazur göreceğimi, affedeceğimi söylemeliyim. Lâkin; bu tarz sahnelerin, marjinal (sıradışı , farklı) olma çığlıkları atmak için neredeyse kendisini heba eden filme ve onun soyut düşünce sistemine, büyük ve kapatılamayacak yaralar açtığı, zararlar verdiği de aşikardır.
Ani ses artışı ve ekran çıkışlarıyla seyirciyi germeyi ya da ürkütmeyi planlamak da son dönem korku filmlerinin vazgeçilmezleri arasına girdi. Bu tür sahneleri "korku sineması literatürü"nden çıkartırsak geriye korku filmi falan kalmayacağından korkuyorum!!! Sadece “Aynalar” değil, Hollywood\'un korku sineması sektörü de S.O.S veriyor, can çekişiyor.
*******
Son kısım ... Sevdiğim kısım ... Filmin anlamını irdelemek , sırra vakıf olmak ...
Ayna : Işığın %100 \'e yakın bir kısmını düzgün olarak yansıtan cilalı yüzey.
Filmde genellikle "düz ayna"lar kullanıldığı için düz aynanın da tanımını vermek istiyorum. Zaten filmin kilidi de "düz ayna"nın tanımından sonra çözülüyor.
Düz Ayna: Bir cismin veya noktanın düz bir aynada görünen şekline "görüntü"denir... .Görüntü gerçek değildir , zâhirîdir – yapmacıktır. Türk Dil Kurumu sözlüğünün verdiği ikinci anlam bizi ilgilendiriyor burada. Çünkü , aynanın içinde imiş gibi görünür. Zâhirî görüntüyü bir ekran üzerine düşürmek mümkün değildir.
Aynalar; nesnelerin bütününü ele alırsak, daha farklı bir pozisyona ve duruşa sahip. Gösterdiği \'ben\'in gerçek olduğu, fakat içindeki \'ben\'in yapmacık olduğunu az süre düşünmeniz bile bunu kavramanıza yardımcı olacaktır. Film, sürrealist bir perspektiften olaya bakarak, aynaların duyguları hapsettiğini düşünüyor. Yani gerçek duygular, gerçek şekilde zâhirî bir aynanın içinde insanın bilinçaltına egemen oluyor ve asıl yapmacıklığın büyük bir gerçek (günahlar, şeytan) olduğunu seyirciye aktarıyor.
Aynalar bize hükmediyor çünkü bizi içinde barındırıyor. Final sahnesinde harflerin ve izlerin gerçekliğe kavuşması, yani düz aynadan sıyrılıp gerçek görüntüye, sert bir anaphora (girdap) ulaşması durumu özetler nitelikte. Filmi seyrettikten sonra daha net anlayacağınızı umuyorum.
Filmin en büyük eksisi, belki de böylesine farklı bir bakış açısının klişe bir nedene (küçük şizofren çocuk -zalim doktor) bağlanması.Yani sağlam binayı çürük temele oturtuyor Alexandre Aja ve kaybediyor.
Özetle; kusurlarını görmezlikten gelmek için kendimi kastığım, fakat buna rağmen kusurlarıyla ön plana çıkan, marjinal olmak için çırpınmakla kalan, marjinal olamayan ve sonu askıda kalan klişe bir Hollywood korku filmi “Aynalar”.
Son dakikaları belki psikolojik anlatımıyla izlenmeyi hak ediyor, o kadar.
Beş üzerinden iki ... Karar yine de sizin...
Akıllı seyirler...