Heath Ledger\'ın anısına...
Christopher Nolan’ı "Memento” (Akıl Defteri) filminden beri takip eden biri olarak hiçbir zaman \'kasıntı, zorla iş çıkaran\' bir yönetmen olarak tanımlamamışımdır. Nolan, Martin Scorsese gibi işleri akışına bırakarak, oyuncuların doğaçlama yapmalarına müsaade ederek farklı bir perspektiften sinemaya bakar. Sinema onun için bir bebektir ve O, bu bebeğe bakmayı çok sever, çok önemli bulur.
Böyle bir yönetmenden çıkan ilk Batman filmi (Batman Begins, 2005) açıkça belirtmem gerekirse, beni fazla tatmin etmemişti . Klasik Batman filmleri akışında, Nolan’ın kendi ekibi sayılacak oyuncularla çıkardığı basit bir filmdi, o kadar. Film güzeldi belki fakat Nolan’a karşı olan beklentimin çok çok aşağısındaydı.
Ondan sonra çektiği film (Prestige, 2006) ile Nolan, yavaş yavaş kendini toparladı ve “Memento” ile çıktığı zirveye tekrar dönme sinyalleri verdi."Kara Şövalye" film çekimlerine başlandığı haberini aldığımda ise ruhumda "farklı bir Nolan, farklı bir Batman ve elbette farklı bir Joker" vardı.
Joker karakteri , en az Batman kadar , evet yanlış okumadınız "en az ! Batman kadar" önemli ve ana bir karakter. Bu karakteri 1989 yılında çekilen filmde Jack Nicholson canlandırmıştır ve 89 yılındaki çekim imkanları ve profesyonel anlayışı düşünürsek, idare eder bir performans da ortaya çıkarmıştır. “Nicholson, işin altından kalkamamıştır" gibi sert bir eleştiri de yapıyorum. Zira Batman, ana iyi karakteri canlandırırken; Joker, kötünün daima kötü olduğunu iyi bir şekilde, delinin daima zeki olduğunu psikopat bir şekilde anlatmakla mükelleftir. Joker’i canlandıracak oyuncunun; yönetmen tarafından, Batman’i canlandıracak oyuncudan daha özenle seçilmesi, daha dikkatli ve yoğun elemelere tabi tutulması da buna ispattır (Collider, Christopher Nolan\'s İnterview, 20 Jul 2008).
Batman\' i Christian Bale canlandıracaktı. Bunu duyduğumda ikinci kez rahatladım. Bale, Hollywood\'un belki de işine en fazla önem veren genç yeteneklerinden birisi. "Oynamıyor, yaşıyor" dedirtecek cinsten usta bir aktör… Fakat, aklımda hâlâ aynı soru… Joker’i kim canlandıracak?....
Ve sonunda Heath Ledger ismini okuduğumda , Nolan\' ın tüm sinema otoritelerine Joker kartını gösterdiğini fark ettim. Ledger, oynadığı filmlerde genelde bilinçaltı psikoloji saçan bir aktördü. “Brokeback Dağı”nda bile bu böyleydi. Yani Ledger, oynamayacaktı, yaşayacaktı, çünkü O da dünyanın frapanlığına ve makyajına aldanmayan, karamsar bir Joker’di nihayetinde…
Şimdi sözü defterimin köşesine yazmış olduğum kelimelere bırakıyorum.
"Bu filmden (Kara Şövalye) beklentilerim çok yüksek. Ledger öldüğünden -öldürüldüğünden?- beri bekliyorum , sadece bekliyorum. Sanki Batman değil de Joker bu sefer kahramanım olacak .Kötünün klas olması, iyinin beceriksizliği karşısında ne kadar etkili olabilir ki? Bekliyorum , göreceğiz.."(21 Temmuz 2008)
Ve film vizyona girdi...
25 Temmuz 2008’ de film Türkiye’de vizyona girdi. Sabah 8 - akşam 22 mesai yapan biri olarak filmi izlemem için 3 Ağustos’u beklemem gerekecekti. Bu aralıkta film hakkında o kadar çok eleştiri okudum, yorum dinledim ki; filmi izlemeden en az izleyen biri kadar oldum diyebilirim. Herkes filmi övüyordu, Ledger’ı göklere çıkartıyordu , son yılların en iyi filmlerinden biri diyordu…
Abartılıyor mu dedim? Ledger, "Kör ölür , badem gözlü olur" sözüne mi tabi tutuluyor diye düşündüm? Ve onlarca şey..
Filmi sinemada iki kez seyrettim...
Gördüğüm şey , baktığım şey değildi...
***
**
*
Dünyadaki her nesnenin iyilik için yaratılmış olmadığı açık bir gerçek. İnsanın ise bu nesneler içinde iyiliğe aklıyla meyleden tek canlı olduğu muhakkak. Peki öyleyse iyilik nedir? Yardım etmek mi? Yardıma muhtaç etmemek mi?
Batman , “Kara Şövalye”de basit bir kahraman değildir. Filmin sonunda belirtilenin aksine, \'suskun bir nöbetçi , dikkatli bir koruma\' hiç değildir. Batman, insan ruhunun beyaz tarafını temsil eden siyah kostümlü varlık ise; Joker, dünyadaki metalaşmış ruhun karanlıkla hasıl olan yansımasından ortaya çıkan makyajlı bebeğidir. Bir bebeğin intihara yeltenmesi ne kadar imkansız ise, Joker karakterinin de metaya (nesne, madde) tapması o kadar imkansızdır. Joker "klas bir suçlu"dur nihayetinde ve beynindeki mevhumlar, kalbindeki çelişkilerin çok çok ötesindedir. Zamanın içinde kaybolan iki karakterdir Batman ve Joker… Varoluşlarının amaçları farklı olsa da, herkesin gözünde "iki ucube" ya da "iki kahraman" ...
Madde olarak burada olsanız da, ruhunuzun farklı yerlerde gezintiye çıkması, varlığın mı yoksa özün mü daha önde olduğu, film içinde bir de egzistansiyalizm (varoluş felsefesi) tartışmasına götürüyor seyirciyi. Tutsak olan bedenin sadece hapishanede olduğunu, kötünün cezalandırılabilme ihtimalini sorgulayarak bir sonuca vardırıyor kendini Nolan. Hiçbir sonuca varamama sonucuna. Film de bu belirsizlik ve karanlıktan meydana geliyor zaten.
“İyi” kazanıyor ama iyiliği yapan kaybediyor; kötülüğü yapan kaybediyor ama “kötü” kazanıyor. Her iyinin içinde bir kötü vardır ama her kötünün içinde bir iyi olmayabilir diyor film. Sadece düşünmekten ibaret olan, hayalden öte gitmeyen bir suçun; psikopat ve akli dengesinden şüphe edilen bir suçluda vücut bulması korkunç gelmiyor seyirciye .Gerçek geliyor ve malumunuz gerçek her zaman yalandır seyircinin gözünde. Batman kanatlı bir varlıktır , görülmesi imkansızdır falan. Oysa ki Batman bir imgedir sadece .Masum bir ‘iyi\' nin, bu kirlere bulanmış dünyada yaşam sahası bulamayacağını anlatan bir imge…
*
**
***
Joker, kanatları kırılmış Batman\'dir. Dünyaya karşı nefreti olan, haine dönüştüğünü görene kadar yaşamaktansa, kahraman bir şekilde ölmeyi tercih eden klas bir suçlu. Basit bir suçlu demeniz sizi basit kılar... Dünyanın yanışını seyretmek isteyen biridir Joker ... Hiç güldürmeyen bir soytarı .. Ağlatan bir ucube.. Hayatın içinde sıklıkla karşılaşacağınız her kötü vardır Joker in bünyesinde ..Her kötülük bir suç mudur?Ya da her suç bir kötülük müdür?
Yazıdaki tüm soruların cevabını filmde bulacaksınız. İzlemeyi ve görmeyi bilirseniz. İzleyin, susarak izleyin, düşüncenizi yoğunlaştırarak... Filmin içinde yaşayın... Yaşadıkça , Joker’in yarasını fark edeceksiniz. Dünyanın yarasını...
" Kapatılmayan yaralar da vardır…”