Uzun zamandır, şöyle bir dört senedir, koltuğa oturup ışıkların kapanmasını beklerken hiç bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Her açıdan çok şey beklediğim, bu beklentilerimle sevgili yönetmenin omuzlarına bir hayli yük bindirdiğim, Batman’in son hikayesi Dark Knight (Kara Şövalye)daha önce de görme fırsatı bulduğumuz müthiş açılış sahnesiyle başladı. IMAX kameraları, şehri tepelerden seyrettiğimiz her sahnede kendini hissettirdi. On dakika sonra filmin içine girmiştim bile.
Gerçekten, aslında hiç de kendini kahramanlaştıran bir tavır sergilemediği halde, Batman’in cazibesine kapılmamak mümkün değil. Herhangi bir özel güce sahip olmaksızın, kendi çabalarıyla bu zorlu göreve soyunuyor. Kendine Gotham’ı kötülerden temizlemek gibi bir amaç edinmiş ve bu yolda kendi doğrularını da belirlemiş. Bu amacı uğruna hatalar yapmış, yapıyor ve bunun cezasını da çekiyor. İşte Yarasa Adam’ın bu hepsinden daha fazla “insan” hali onu benim de kahramanım yaptı.
Batman Begins’te izlediğimiz Batman mitinin ortaya çıkış öyküsüyle birlikte son dört filmde anlatılanlara temel oluşturacak bir yeni başlangıç yapmıştık. Bu, hem Nolan’ın kendi serisine başlaması açısından akıllı bir seçimdi, hem de şimdiye kadar ele alınmamış olması nedeniyle söyleyecek yeni sözleri vardı. Zira Nolan da bu iki önermeyi doğrulayacak şekilde Batman’i farklı bir üslupla ele almayı tercih etti. Tim Burton’un yorumları her ne kadar çok iyi olsa da onun yaptığını tekrarlamak çok anlamlı olmayacaktı. Nolan da Burton’a özgü gotik/fantastik atmosferi daha gerçekçi ve yine karanlık bir dünya ile değiştirme yoluna gitti. Bu “gerçekçilik” hamlesi Nolan’ın yarasa adam planının en önemli ve temel ayağını oluşturuyordu. Batman Begins ile gördük ki, başka ellerde olsa, farkına bile varmadan çizgi romanın ruhuna ihanet edebilecek olan bu hamle, Nolan kardeşlerin ellerinde yepyeni bir silaha dönüşmüştü. Evet, belki çizgi romandan uyarlandığını gösterecek fantastik bir ortam pasifize edilmişti ancak korkmadan yapılan karakter analizleri ve olması gerektiği gibi duran karanlık Gotham betimlemeleri bu filmi değerli kılıyordu.
Kara Şövalye (Dark Knight) filmi ilk filmde belirlenen bu rotayı takip edeceğini zaten belli etmişti. Gotham şehrinin daha çok Amerikan şehirlerine benzemesi de bunun bir sonucu. Masalsı atmosferin az önce de bahsettiğimiz gerçek dünya ile değişmesi tamamen yönetmenin tercihi. Bu tercih hakkında kuşkularımız olsa da Nolan’ın yaptığı şeyi en iyi şekilde yapması içimizi rahatlatıyor. (Yalnız filmde bir tane bile yarasa olmaması da büyüyü bozmaya yaklaştıkları an olarak kalıyor hafızamda.)
Kara Şövalye’nin bir diğer özelliği aynı ilk filmde olduğu gibi, hikaye ve karakterler olarak çizgi romana sadık kalması. Özellikle bu filmde ortaya çıkan Joker karakteri, Jack Nicholson’un Jokerine benzese eminim itiraz eden çok kişi çıkmazdı. Ancak Nolan, özellikle çizgi romanındaki haline daha çok benzeyen bir Joker istemiş olmalı. Daha ince, uzun, dalgalı saçlı bir Joker karşıladı bizi bu filmde.
Filmi göremeden aramızdan ayrılan Heath Ledger’in Joker’i algılayış biçimi tek kelimeyle harika. Bu kadar incelikli ve etkileyici bir oyunculuk görmeyi beklemiyordum açıkçası. Örneğin, Ledger’in hapishanedeki alaycı alkışlama sahnesinin doğaçlama olduğunu öğrenmem, hayranlığımı biraz daha artırdı. Ayrıca, Joker’in geçmişine, nasıl bu “ucube” hale geldiğine özellikle değinilmediği halde filmde sık sık bunu düşündürten bir oyunculuk söz konusu. Neden suratının o şekilde olduğunu farklı insanlara farklı hikayelerle anlatması, anlatmayı da kendi istemesi, bu geçmişten özellikle kaçtığının bir işareti zaten. (Yönetmenin de anlatmaktan kaçındığının kanıtı denebilir.)
Filmin diğer kötüsü İki-Yüz (Two-Face diye geçer DC Comics külliyatında) yine filmde önemli ve anlamlı bir konuma sahip. Aslında Joker, bir filme tek başına yetecek kadar büyük bir bela diye düşünülebilir. Zaten filmin sonlarında karşımıza çıkan İki-Yüz karakteri ayakları tam yere basamamış gibi duruyor. Dahası filmin sırf onun yüzünden, tam bitiyor gibiyken, zirve noktasına ulaşmışken bir yirmi dakika daha sürmesi sıkıntı yaratıyor gibi gözükebilir. Ancak Nolan’ın bu “riski” göze almasının sebebi, röportajlarında da özellikle belirttiği “ele aldığı hikayeyi her yönüyle tamamlama” düsturu olmalı. Aksi takdirde Harvey Dent’in şehrin yeni adalet prensi olma (bozuk paranın da adaleti vardır!) hikayesi sağlam bir zemine oturmamış olacaktı.
Tüm bu karmaşık ruh yapılarına sahip kötü adamlarla savaşan Bruce Wayne aslında en komplike karakter konumunda. Bir yandan “kendi kuralları” doğrultusunda kötülerle savaşırken, diğer yandan böyle yaparak bir yarayı kaşıdığının farkında. Bu yüzden olsa gerek, ilk fırsatta, bir “yüze” sahip kahramanı şehre kazandırmaya çalışıyor. Kayıpsız bir alternatifin olmadığı bir çelişkiler yumağına dolanmış halde ve bu çelişkiler yüzünden kimliğini halka açıklayacak kadar eli kolu bağlanmış durumda.
Kara Şövalye’nin en tedirgin edici tarafı, o tüm filme yedirilmiş karamsarlığı. Joker’in plansız hamleleri o denli iyi işliyor ki, şehrin tamamını çok kısa bir sürede bir panik dalgasında boğuveriyor. Seyirci, Gotham halkı ile birlikte, kendini öyle bir çıkmazda buluyor ki, bu kaosun biteceği umudu sönüyor. Hatta Joker’in sinsi planında, patlayıcı yüklü iki gemiden biri diğerini patlatsa, dönüşü olmayan bir yola gireceğimi hissettim içimde, Gotham şehrinin bir sakini olarak. Ancak bir mahkumun sivillerin gemisini patlatmamayı tercih etmesi kötünün içindeki iyilik diyelim de bir sivilin mahkum gemisini patlatmaktan vazgeçmesi beni hiç şaşırtmamasının yanında (Hollywood buna cesaret edememiş anlaşılan) fazla romantik kaçmış. Öte yandan böyle bir olay Bruce Wayne’in de omuzlarına asla kaldıramayacağı bir yük bindirirdi.
Filmin sonunda sizin de benim gibi afallamış ve keder dolu halde salonu terk edeceğinizden eminim. Daha sevgilisinin yasını tutamadan bir de kaçmak zorunda kalan bu “kara kahraman” beni çok hüzünlendirdi. Son olarak, yukarıda bahsettiğim kusursuz tempoyu yakalayan “kurgu dâhisi” yönetmene, bir çizgi romanın en lezzetli yanının karakterler ve karakter tahlilleri olduğunu kavramış olan senaristlere, benim süper kahramanımı iki filmdir müthiş oynayan Bale’a ve hayatımda izlediğim en sağlam kötü adamı, dahası oynaması çok çok zor olan bir kötü karakteri sinema tarihine armağan eden Ledger’e saygılarımı sunarım. Kuralsız bir dünyayı deneyimlemek için bu başyapıtı kaçırmayın.
Sinemayla kalın efendim.
Premier Grup