“The Dark Night”a (Kara Şövalye), gelmiş geçmiş en iyi süper kahraman filmi mi desek, imdb’de inanılmaz bir puanla (ben bu yazıyı yazarken 104 bin kişinin oyuyla, 9.5 ile en iyi film) herkesi şaşkına çeviren film mi desek, yoksa türdaşlarının rekorlarını teker teker kıran acımasız bir yapım mı desek?
Bu çok zor da olsa, “Kara Şövalye”ye normal bir filmmiş gibi davranmalıyız, en azından bu yazıyı yazarken...Yönetmen Cristopher Nolan, yoktan var etmenin sözlük karşılığını gözler önüne seriyor yaptığı iki filmle. İlk filmiyle bile gönülleri fetheden usta yönetmen, filmin senaristi- kardeşi Jonathan Nolan- ile bu sefer bambaşka bir Gotham City yaratıyor. Bu Gotham, bir çizgi roman için çok daha realist ve ilk filme göre de koyuluğu birkaç ton daha fazla olan bir şehir görünümünde.
Filmin açılış sahnesiyle bile sanki karşınızda bir Michael Mann, bir Martin Scorsese filmi buluyorsunuz. Ama Joker (Heath Ledger) maskesini açınca, yönetmen-senarist kardeşlerin bu filmde de tıpkı “Prestij”de yaptıkları gibi, daha çok kafanızı karıştıracağını anlıyorsunuz.
Soğuk ve gri tonlu, Nolan\'a özgü kamera teknikleri bile Tim Burton\'ın o gotik Gotham\'ını kafamızdan silmeye yetiyor. Peki suçlular bu sefer ne yapıyor da, Batman’in (Christian Bale) kafasını bozuyorlar diyeceksiniz. Eğer Batman\'in kafasını bozanların sadece Salvatore Maroni (Eric Roberts) ve mafya meslektaşları olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Bu sefer kahramanımız sahte Batman\'lerle, ezeli rakibi Joker’le, aşkıyla ve hepsinden önemlisi kendiyle sorunları olan bir karakter görüntüsünde.
Gotham\'ın Beyaz Şövalyesi Başsavcı Harvey Dent (Aaron Eckhart) ise Bruce Wayne\'in ezeli aşkı Rachel Dawes (Maggie Gyllenhaal) ile bir ilişkiye yelken açıyor. Batman\'ın sağ ve sol kolları esrarengiz Alfred (Michael Caine) ve daha da esrarengiz Lucius Fox (Morgan Freeman), bu uzun ve ince yolda Batman\'ın yine yegane yoldaşları. Tabi onlara bir de suç birimleri şefi James Gordon (Gary Oldman) elinden geldiği kadar katılmaya çalışıyor.
Buraya kadar Joker’den (Heath Ledger) bahsetmemeye çalıştım. Çünkü onun sadece karakteri için bile bir kritik yazılabilir. Eğer “Heath Ledger öldüğü için Joker’deki performansı abartılıyor” diyenlerdenseniz, eminim filmi izlememişsinizdir. Heath Ledger 2009 Oscar Ödülleri’nde “en iyi yardımcı oyuncu” ödülünü alarak belki de bir ilki başaracak diye düşünüyorum.
Bu mükemmel karakter oyunculuğunu sadece Heath Ledger\'a yüklersek, onu senaryoda yücelten, adeta futbolda bir serbest adam gibi oynatan çizgi roman yazarlarına, yönetmen-senarist kardeşlere haksızlık etmiş oluruz. Joker\'in beş bankanın hasılatını yaktığı an, bu karakterin gerçekten “psikopat” olduğunu düşünebilirsiniz ya da hayattan sadece zevk almak için yaşadığını… İşte Joker kafaları bu şekilde karıştıran bir karakter. Sürekli değiştirdiği hikayesine ne demeli… Hani o yaralarının neden bu hale geldiğini anlattığı hikaye…
Filmin müzikleri ise, duvarda asılı bir saatin sesini andıran tik-taklardan ve her an kötü birşey olabileceğini hissettiren siren seslerinden oluşuyor. Kağıt üzerinde saçma duran bu girişim, beyazperdede Nolan\'ın kamerasıyla birleşince filme ihtişam katıyor.
Peki “Kara Şövalye”nin hiç kötü tarafı yok mu? Bu film gelmiş geçmiş en iyi film mi? İki soruya birden cevap verelim: ‘Kara Şövalye’nin tek dezavantajı bir seri filmi olması. Haliyle seriyi ‘Kara Şövalye\'den izlemeye başlayacaklar için film, gelişme ve sonuç bölümlerinde ucu açık soru işaretleri bırakıyor. Dolayısıyla “Kara Şövalye izlediğim en iyi film mi” sorusuna hayır diyorum. Çünkü eğer “en iyi film” diye birşey varsa, bu film sadece sanat gayesiyle oluşturulmuş olmalı, gişe ya da reklam amaçları taşımamalı.
Sonuç olarak “Kara Şövalye” başarısını Heath Ledger\'a ve Nolanlar\'a borçlu. Türdaşları gibi tutmayan senaryonun içine yerleştirilen bir aşk hikayesi ile durumu kurtarma gayesi yok bu filmin. Kötüye giden Amerikan sinemasına inatla, gülmeye alışık olmayan yüzümüzü, tıpkı Joker\'in hikayelerindeki gibi zorla da olsa güldürmeyi başaran bir film “Kara Şövalye”.