2005’te ilk uzun metrajı “Wolf Creek – Kurt Kapanı” ile teen-slasher türünün hayranlarınca ilgi toplayan yönetmen Greg McLean, devam filmi beklentisindeki herkesi bir hayli şaşırttı. Üstelik hayalindeki filmi yaptı McLean kendi ülkesinde… “Benim için TİMSAH, Avustralya’nın Jaws’ıdır. Hem gerilim dolu, hem sürükleyici; hem de korkunç.” sözleriyle filmin kendisi için taşıdığı önemi belirten yönetmen belli ki düşlerinin peşinden gitmiş ve çocukluğunda izlediği filmleri de hayallemiş olsa gerek.
“Küçükken, korku çizgi romanlarına meraklıydım. En çok da, doğa üstü güçler ve bilim kurgu konulu olanları severdim. Annem ütü yaparken hep eski Universal ve Hammer Korku klasikleri gibi filmler açık olurdu, ben de kanepenin arkasına saklanıp bunları izlerdim. Hatırlayabildiğim ilk anılar arasında, Kara Gölün Canavarı (Creatures from the Black Lagoon), Dracula ve Kurt Adam’ın Laneti (Dracula and The Curse of The Werewolf) gibi filmlerden görüntler var. Canavar filmlerine bayılırdım. Hala da çok severim. Ama çocukken, görüntüler inanılmaz bir etki yapıyor insanın üzerinde. Bu filmleri izlemek de benim üzerimde derin bir iz bıraktı.” diyerek günümüzde pek bahsedilmeyen bir türe işaret ediyor yönetmen McLean, filmin esin kaynağını da veriyor bir söyleşisinde; “Sürüden ayrılmış ve bir bölgeyi kendine mal etmiş bir timsahın, Kuzey bölgesinde balıkçı teknelerine saldırdığına dair bir haber gördüğümü hatırlıyorum. O hikaye beni çok etkilemişti. TİMSAH’ın en büyük esin kaynaklarından biri de bu oldu zaten. Habere göre, Eylül 1978 ve Temmuz 1979 arasında, bölge halkının “sweetheart” adını taktığı çok büyük bir erkek timsah, balıkçı teknelerine birçok saldırıda bulunmuştu.”
Aslında ilk saldırı, 1974’te gerçekleşmiş. Gece balık avlayan üç kişinin bulunduğu tekne, su yüzüne çıkan timsahın saldırısına uğramış. Timsah tekneyi motorun da bulunduğu kıç tarafından tutup, çok şiddetli sarsmış. Balıkçılardan biri tekneden düşmüş ama daha sonra kurtulmuş. Bir diğeri motoru tekrar çalıştırmayı başardığında, timsah bu sefer pervaneye saldırmış. 1976’da, benzer bir saldırı gerçekleşmiş. Bu sefer timsah tekneye oldukça zarar vermiş. Saldırılar artarak devam edince, bölge halkı timsahı yakalamaya karar vermiş. 1979’un Temmuz ayında Sweetheart sonunda yakalanmış ve yakalandıktan kısa bir süre sonra da ölmüş. Timsahın iskeleti, 5 metre 10 santimetrelik boyuyla, halen Kuzey Bölgesi Müzesi ve Sanat Galerisi’nde en ilgi çeken parçalardan biri.
10 sene önce yazdığını söylediğini senaryosunu “Kurt Kapanı”nın başarısı sonrasında peliküle aktarma fırsatını kaçırmak istemeyen McLean filmine ne kadar özen gösterdiğini, çocukluk düşü olduğunu her sahnede haykırıyor sanki.
Gezi Dergisi yazarı şehirli adam Pete, kasabaya geliyor girdiği barda sinekli kahvesinden bir yudum alırken yaşayacağı terör hakkında da bilgi sahibi oluyor.
Timsah’ı da timsahın yaşatacağı gerilim anlarını da göstermek için hiç acelesi yok yönetmenin. Çıkılan tekne gezisinde karakterleri tek tek tanıtıyor, ortamı gösteriyor ve filme sağlam bir giriş yapıyor. Uzunca bir süre sessiz doğa manzarası izliyoruz. Sonrasında olayları tetikleyen bir parlama oluyor. İşaret fişeği atıldığı düşüncesiyle bölgeye giden grubu burada bekliyor tehlike.
Timsahların kendi bölgesinde kimseyi istemediğini, bölgesine gireni kendince uyardığını öğrenmemizle gerilim de start alıyor. Öyle yepyeni bir şeyler olduğu sanılmasın, elbetteki türün gerekli formülleri kullanılıyor yeni bir şey vermiyor ama tempoyu çok iyi ayarlıyor.
Neredeyse filmin ortasında gördüğümüz Timsah mükemmele yakın görsel efektler sayesinde çok da inandırıcı ve ürkütücü olmuş. Ama McLean Timsah’ı göstermeyerek başlıyor ürkütmeye. Gruptaki ilk kurbanın sahnesi bu anlamda çok iyi… Arkalarını döndüğünde kaybolan karakter olarak kalması, Timsahın onu nasıl avladığını görmemek kuşkusuz çok daha etkili oluyor.
Bir adada mahsur kalma ve sonrasında gelgit ile sular altında kalma tehlikesinin de yardımıyla planlar yapılıyor. Uygulamaya konuyor ama nafile. Timsah bölgesinde kimseyi istemiyor.
Herşey bir yana nefes kesici bir finalle kapatıyor filmini McLean. Timsah inindeki o müthiş dakikalar filmin doruk noktası olurken başrol oyuncusuna övgüler diziyor yönetmen; “Timsahın ini olarak, Melbourne’de, 60 metreye 40 metre büyüklüğünde dev bir mağara inşa ettik. Bir mühendislik ve sanat yönetimi harikasıydı. Michael Vartan, 4 hafta süren mağara içi çekimlerinin tamamını, pis bir suyun içerisinde geçirdi. Makyaf ve protezlerle kaplı bir halde, maket ve animatronik timsahlarla boğuşarak... “Yetti artık” deyip çekip gitmemesi, ancak işine olan müthiş bağlılığı ve profesyonelliği ile, kendini rolüne ne kadar verdiği ile açıklanabilir. Film çekmek ve rol yapmak için son derece zorlu bir ortam içerisindeydik. O nedenle, özel efektli yüzlerde sahnemizden sonuncusunu da tamamladığımızda, inanılmaz derecede rahatladık. O dakikadan sonra yapmamız gereken son şey, post prodüksiyonda timsahı halletmekti.”
Timsahı halletme konusunda da pek problem yaşanmadığı çok net belli oluyor. “Filmin görsel efektlerini tasarlamak ve geliştirmek, benim için bütün işler içerisinde en zevklilerden biriydi. Görsel efektleri oldum olası sevmişimdir; yaratılışları ve işleyişleri beni hep büyülemiştir. O nedenle işinin ehli onca insanlar çalışma şansı edinmek bizim için büyük zevkti. Timsahın nasıl görüneceği, nasıl düşünüp hareket edeceği ve saldıracağını düşünmek, planlamak için aylarca çalıştık. En ufak detayına kadar her şey, canlı, nefes alıp veren bir timsah yaratmak için tasarlandı. Korkunçluğunu sadece büyüklüğünden almasını istemedik.”
Avustralya denince bir dönem “Crocodile Dundee” filmi dolayısıyla akla gelen eğlenceyi biraz tersyüz eden “Timsah” yeni bir şey vaat etmese de izleyicisine heyecanlı dakikalar yaşatıp, dişlerini geçirmeyi başarıyor…
Premier Grup