Sundance Film Festivali'nde ve Türkiye'de birçok festivalde gösterilen Sarmaşık, son olarak Uluslararası Antalya Film Festivali'nin önemli ödüllerini adeta süpürdü. En İyi Film, Yönetmen, Senaryo ve Erkek Oyuncu ödüllerini aldı. 4 Aralık'ta gösterime giren Sarmaşık'ın bu yılın en iyi 2-3 Türkiye yapımı filminden biri olduğuna sanırım hiç şüphe yok. Hatta 2000'li yılların tüm Türk filmlerini düşündüğümüzde bile şimdiden en iyiler arasında yerini aldığını düşünüyorum.
Filmle ilgili söyleyeceklerime geçmeden önce filmden biraz bahsetmem gerek: Angola'ya yük götürmek üzere yola çıkan Sarmaşık adlı gemi, geminin sahibi olan armatörün sefer esnasında iflasını açıklaması nedeniyle Mısır'da uğraması gereken limana demirleyemez. Açık denizde kendileri için belirlenen bir bölgeye demir atarlar. Uluslararası denizcilik kanunları gereği geminin her an harekete hazır halde tutulması gerektiğinden mürettebatın kendi arasında belirlediği 6 kişi geride kalır ve pasaportlarına el konur. Mürettebatın birikmiş alacaklarını alıp gemiyi terk edebilmesi için armatörün mallarına konan haciz gereği mal varlığının satılması, liman ücretinin ödenmesi gerekmektedir. Şirketin borçlarından ilk mürettebatın birikmiş borçları ödenecek ve böylelikle gemiden ayrılabileceklerdir. Ancak bu ne zaman olacaktır? Günler geçtikçe farklı karakterdeki, farklı kaygıları olan, farklı hayatlar yaşayan bu adamların egoları gündelik sorumluluklarının önüne geçecek, bambaşka dinamikler aynı ortamda yaşamalarını imkansız kılacaktır.
Hepsi aynı şeyi beklemektedir, ama o günün gelişi geciktikçe gerginlikler, kavgalar ve ego savaşları, bir şekilde maskeledikleri özlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte kaçınılmaz hale gelir. Delilik sınırına gelen mürettebat için idare edecek güçleri, sabırları gün geçtikçe azalır. Evet, artık hiçbiri tanıştığına memnun değildir, gemiye adım attıkları güne lanet ederler. Ama kaçacakları bir yer, teselli bulup rahatlayacakları bir çift göz, gerçek anlamda sığınacakları bir liman kalmamıştır. Ellerinde sadece tükenmiş sabırlar, yay gibi gerilmiş sinirler, her geçen günle birlikte bilenip bıçak gibi sipsivri olmuş egolar kalmıştır. Herkes kendine göre haklı olsa da onları onaylayacak ya da oldukları gibi kabul edecek kimse yoktur.
Öncelikle şunu belirteyim, bu tür vakalar zaman zaman yaşanan durumlar. Bu nedenle hikayenin gerçek olaylara dayandığını söylemek yanlış olmaz. (http://www.borsagundem.com/siyaset-ekonomi-gundemi/turk-gemiciler-brezilya_da-mahsur-705634.htm, http://www.haber7.com/afrika/haber/1305430-turk-gemiciler-gemide-mahsur-kaldi)
--YAZININ BUNDAN SONRAKİ KISMI FİLMLE İLGİLİ İPUÇLARI İÇERİR (SPOILER)--
Hepimiz yaşam şartlarının zorunlu kıldığı hayatları yaşıyoruz, çok azımız buna isyan edecek cesareti ve kararlılığı gösterebiliyor. Bütün sonuçlarına katlanarak "hayat gailesi" hapishanesine isyan edenler bence mutlu olmak için birşeyler yapmayı göze alanlar, diğerleri, yani korkaklıkta ısrar eden hepimiz mutluymuş gibi yapıyor veya mutlu 'hissedebilmek' için değişiyor, başka birine dönüşüyorlar kayıtsızca, umutsuzca... İşte bu gemidekiler içinde bulundukları durumun onlara yaşatabileceği en uç noktaya istemeden geldiklerinde ancak tepelerinde dikili duran tüm Demokles kılıçlarına isyan edebilme gücünü buluyorlar kendilerinde.
Geminin en gizemli ve en belirleyici karakteri Kürt tabii ki. Boyu posu, bakışları ve olanca sessizliğiyle Kürt, varlığıyla değil yokluğuyla, yaptıklarıyla değil yapabilme ihtimali olan şeylerle gemideki diğer herkesin korkularının adeta odak noktası haline gelir. Hepimiz gördüklerimizden değil görmediklerimizden, gücünü tam olarak kestiremediklerimizden korkarız. Kürt kimseyi tehdit etmiyor, kimseyi dövmüyor. Ama ortadan kayboluşuyla, hayaletiyle herkesin endişelerinin, korkularının birincil öznesi olmayı başarıyor. Türkiye'nin şu anki durumuna net bir atıfta bulunulduğunu sanıyorum bu karakterin yardımıyla.
Alper genç ve gemi içinde silik bir karakter. Tecrübesizliğinden ötürü fazla sorumluluk yüklenmiyor, ancak işler kötüye gittikçe herkesi bir araya getirecek güç en fazla onda birikiyor. Tecrübesiz oluşu nedeniyle kaptana en net bir şekilde başkaldırma isteği onda oluşuyor, çünkü "yönetilmeyi" diğerleri kadar kanıksamış değil, ancak bunu nasıl yapabileceğini bilmediği için yapabilecekleri sadece tecrübeli olanları örgütlemekten ibaret kalıyor.
İsmail karakteri her ne kadar dininde namazında biri gibi görünse de onun da hayatı boyunca içten içe sahip olmayı arzulayıp bir şekilde üzerini örttükleri gemide su yüzüne çıkıyor. 'Yönetmek', birilerine emir verecek konumda olmak... 2001 yapımı Das Experiment filmindeki malum gardiyan Berus kadar olmasa da ilk kez bir 'amir' konumunda bulunmanın baş döndürücü çekiciliği onu da sarıyor. O da maskesini düşürüyor, kilitlediği isteklerinin serbest kalmasına engel olamıyor.
Filmde kendimi en çok bulduğum, "Gemide ben olsam kesin böyle olurdum" dediğim karakter ise Kamarot Nadir karakteri diyebilirim. Geminin herkesle iyi geçinmeye çalışan, dürüst, ama zamanla intihara meyilli ve içine kapanık karakteri su yüzüne çıkan zorunlu aşçısı... Hak etmediği şekilde suçlandığında, tüm iyi niyetine rağmen kimseye yaranamadığını anladığı anda deliren, ama yine de kendinden başka hiç kimseye zarar vermek istemeyen naif bir adam. Ama bıçak gerçekten "kemiğe dayanınca" bu zayıf ama gururlu adam da eriyip bitiyor.
Kaptan, Beybaba. Kötü niyetli değil belki, ama geminin mutlak lideri olsa da nihayetinde o da bir insandan fazlası değil. Otoritesini koruyabilmek için zaman zaman haksızlıklar yapıyor ve bunun bedelini ödemek üzereyken film bitiyor. Normal şartlarda bu haksızlıklar mürettebat tarafından sineye çekilebilirdi, ama kimse emir-komuta zincirini düşünecek halde değil. Ruh halleri dibe vurmuş insanlar topluluğunu, hiçbir bağ yerinde tutamayacaktır. Ve hem kendisi, hem de simgelediği bütün anlamların yerle bir edilmesine engel olamayacak.
Ve Cenk karakteri... Ben hayatım boyunca lakayt, sorumluluk duygusundan uzak ve rahat insanlarla aynı ortamda bulunmaktan pek hoşlanmadım. Tabii ki Cenk'in dışarıdaki hayatında nasıl biri olduğuna dair çok az ipucumuz var (Adana Demirsporlu olması ve bazı küçük dümenlerle geçinmesi dışında), ama yolculuğun başlarındaki tavırlarından ve dışarıda yaptığı işe dair anlattıklarından yola çıkarak yine de böyle bir tip olduğu sonucuna vardım ben. Ama önemli olan bu değil, Nadir Sarıbacak o kadar büyük oynamış ki benim gibi düşünen birinin malum karaktere fena halde kıl olmaması bile imkansız hale geliyor. O "elektrik kaçağı dümeni"ni anlattığı sahne, Gemide filminde Erkan Can'ın unutulmaz "Nabıcaz be Kamil" tiradını fazlasıyla hatırlattı bana. Ayakta alkışlanmalı, kazandığı tüm ödülleri hak ettiği ortada...
Sonunda öyle bir noktaya geliyor ki herkes, kan değil sarmaşıklar fışkırıyor bedenlerinden. Damarlarında kan dolaştığını sanıyorlar ama hepsi kıskıvrak sarılmış. Kan bağından, akrabalıktan daha beter, daha kopmaz bir bağla bağlandıklarını artık anlamışlardır. Çünkü belirsizlik aslında en mukadder görünen durumdan bile daha fazla kaderleri olmuştur. Birileri birşey yapmadığı müddetçe bu yaşanmaz ortamda her geçen gün tükeneceklerdir. Ben belirsizliğin en keskin ve belirli bir kaderden bile daha kesin bir kader olduğuna çok katılmasam da hiç hapis kalmadım, hiçbir gemide 120 gün yaşamadım. Askerde bile bu kadar çaresiz olduğumu hissetmedim çünkü biteceği günü biliyordum, aylar boyunca sabırla beklemeyi bu sayede başarabildim belki de.
Ve en son gelinen nokta, herkesin gardının düştüğü ve bunun saklanmaya bile ihtiyaç kalmadığı filmin sonu. Gemideki herkes için öyle ya da böyle otoritesi sorgulanmaz, saygıda kusur edilmez, bazıları için konumuna, bazıları için hem konumuna hem de kişiliğine derin bir saygı beslenen beybabanın devrilmesine gidecek sürecin başladığı an film bitiyor. Film her ne kadar İsmail'in ne söylediğini bize göstermiyor, ama ben eminim ki orada başkaldırmaya karar verdiler. İlk başta alacaklarını kaybetme korkusuyla biraz daha, biraz daha bekleyen tüm mürettebat için artık o çok ihtiyaç duydukları para da hiçbir önem taşımaz hale gelmiştir çünkü. Paradan daha önemli şeyler olduğunu onlar da muhakkak biliyorlar, ama bu kadar hayati olduğunu, onsuz nefes bile alamaz hale geleceklerini anladıkları an gelip çatmıştır.
Ama benim en merak ettiğim soru şu, kaptan devrildikten sonra ne olacak? Uluslararası Taşıma İşçileri Federasyonu'ndan (ITF) konuştukları gibi yardım isteyecekler mi? İsterlerse gemiden kurtulurlar ama 5 kuruş alamama ihtimalleri yüksek, hepsi için, özellikle ailesi sokakta kalan Nadir için para ciddi anlamda çok kıymetli ve bundan feragat edebilmeleri kolay olacak mı? Belki de 3 gün daha sabretseler maaşları ödenecek, çektikleri çilenin bir anlamı olacak ama bunu bilmeleri o anda imkansız...
Hayır, hayır, son paragraf son derece anlamsız. Kesinlikle kaptanı devirip ITF'ten yardım isteyecekler, çünkü yeni bir kaptan seçseler bir zaman sonra altta kalanlar onu da devirmek isteyecekler, adeta Orwell'ın Hayvan Çiftliği'nde yaşananlar yeniden yaşanacak ama böyle birşey olmayacak. Çünkü mürettebatın derdi kaptanlık makamıyla değil, bizzat kaptanın kendisiyle ve ellerinden kayıp giden özgürlüklerini geri alabilme düşüncesiyle. Hepsinin münferit olarak yaşadıkları olaylar var, kaptana kin duymaları için yeterince nedenleri de var. Ancak o anda hepsi, en temel insan taslağına dönüşmüş durumdalar. Her gün muhtemelen aynı şeyleri yiyorlar ya da yarı aç yarı tok yaşıyorlar. İhtiyaçları olan tek şey özgürlük, öyle ya da böyle özgürlük, yalandan bile olsa, canları istediğinde bir yerlere gidip farklı insanlarla karşılaşabilecekleri, en azından aynı kişileri görmek zorunda kalmayacakları, en azından farklı birşeylerle karşılaşma olasılığı olan, en azından piyangoda büyük ikramiyeyi tutturma ihtimalleri olan o engin ve zor hayata dönmek asıl istedikleri...
-- SPOILER SONU --
Evet, gerçekten bir ülke gibi bu gemi. Ülkenin her kesiminden temsilci var, güç sahipleri ve sade vatandaşlar, dini bütün sofular ve ayyaşlar, Beyaz Türk üçkağıtçılar ve bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenler ve "Kürtler". Serdar Akar'ın muhteşem "Gemide" filmini sevenlerin, "12 Öfkeli Adam" ve "Das Experiment" tarzı kapalı mekan gerilimlerini sevenlerin bu filmi de seveceğini tahmin ediyorum naçizane.
"Ezilenler" ve "şükredenler, yetinenler", sonunda hepsi "isyankar" olanlar kaptana karşı... Kansız ve vahşetsiz, sadece atmosferiyle insanı geren psikolojik gerilim sevenlerin Türkiye'den çıkmış bu filmi beğenerek izleyeceğini sanıyorum. Gemicilikle ilgili bilgisi olanlar filmle ilgili birçok eksiklik bulabilirler elbette. Ama benim gibi sadece 'kapalı kalma' duygusuna odaklanmak durumunda olanlar için gerçekten tatmin edici bir film Sarmaşık. Çok daha fazla şey söyleyebilirim, ama kelimelerim sınırlı kalacak her şekilde.
8.5/10