Ukraynalı yönetmen Myroslav Slaboshpytsky'nin ilk uzun metrajlı filmi, 2014 Cannes Film Festivali'nde Eleştirmenlerin En Beğendiği Filmi seçilmiş. Türkiye'de çeşitli festivallerde gösterildikten sonra genel gösterime giren Kabile (The Tribe, Plemya) izleyicilerin hiç ilgisini çekemese de (sinemalarda 1000'den az seyirci izledi) vizyonun en farklı filmlerinden biri olarak daha fazla ilgiyi hak ediyordu bence.
Kabile gerçekten çok farklı bir film, farklılık sebepleri ise açık: filmde hiçbir "sesli" diyalog yok, altyazı da yok. Film içinde geçen bir yazı veya tabela da pek yok. Kiev'de bir yatılı sağır-dilsizler okulunda geçiyor. Ancak işaret dili bilmeniz bile filmdeki iletişimi anlamanıza yetmeyebilir. Nitekim bu film sayesinde bir cehaletimden daha haberdar oldum: Dünya'da çeşit çeşit işaret dilinin bulunduğundan... Bir de şunu anladım, nerdeyse kimsenin anlamadığı bir dille çekilmiş bile olsa bu filmin herkese anlatacak birşeyleri var.
Kısaca filmin konusunu anlatmak gerekirse, Kiev'deki sağır-dilsiz yatılı okuluna yeni gelen lise öğrencisi Sergey, buradaki yaşıtı öğrencilerin tahminen uzunca süre önce kurduğu, bazı öğretmenlerin de çanak tuttuğu bir düzenin ortasına düşer. Alt sınıfları haraca bağlayan, döven, düzenin dışındaki öğretmenleri pek dikkate almayan, geceleri okuldan kaçıp dışarılarda gezen, bildiğimiz yatılı okullarda gördüğümüz küçük kuralsızlıkları, hatta fazlasını kovalayan bir topluluktur bu düzenin sürdürücüsü. Kendi çöplüğünde kendi kurallarını koyan, rollerin belli olduğu bir "kabile"dir. Kabileye girmeyi başaran Sergey, "kabile reisinin" sevgilisi, geri kalanların bacısı olan güzel Anya'ya aşık olunca, düzenin şaşmaz çarkına çomak sokmuş olacaktır.
-- SPOILER: YAZININ BU BÖLÜMÜ FİLMLE İLGİLİ İPUÇLARI İÇEREBİLİR --
Eski Doğu bloğu şehirlerine ve binalarına atfedilen soğukluğu bu okul binasında hemen farketmek mümkün (yönetmenin kendi okuduğu liseymiş). Okulun açılış günü küçükler öğretmenlerini çiçeğe boğarken büyüklerin bu taraklarda bezi yok. Onların hesapları başka, öğretmenlere çok daha başka şeyler sunuyorlar nitekim. İçlerinde öğretmenlerin de bulunduğu çarkı çevirmeye devam edecekleri yeni bir yıl başlıyor onlar için. Okula yeni gelen Sergey de ayakta kalmak istiyorsa onların istediği gibi hareket etmek zorundadır. Güçlü kuvvetli bir çocuk olan Sergey, bir şekilde gruba kabul edilir. Üzerindeki tüm parasını ve "lider"e olan bağlılığını sunar her şeyden önce. Kızların odasına sokulmak gibi ergen şakalarına maruz kalır. Başta mazbut görünen, "gözlerimi kaparım vazifemi yaparım" kafasındaki bu çocuk zamanla güven kazanır. Gasplarda, trenlerdeki küçük işlerde öne çıkar. Kavgada adam döver. Sonunda kızları tır şoförlerine pazarlayan çocuğun geçirdiği kazayla yeni pezevenk olur. İşler de bu noktadan sonra karışır. Çünkü grubun gözdesi güzel sarışın kıza (Anya) aşık olmuştur. Onu önce parayla elde eder, ama o parayla alabileceklerinin daha fazlasını ister. Bu durum fiziksel anlamda tatmini bulmuş Anya'yı ikili oynamaya iter, daha fazla para ve ıvır zıvır için Sergey'i tam olarak reddetmeden büyük planı olan İtalya'ya gidebilmek için düzenin devamını da sağlar. Sergey'in duygusal ya da fiziksel içgüdülerinin etkisiyle yaptığı tüm fedakarlıklar, Anya'nın gözünde ancak işine yaradığı müddetçe kıymetlidir. Klasik bir "alışveriş" sözkonusudur.
Aslında konu olarak hepimizin karşılaştığı veya karşılaşabileceği bir hikaye var filmde, lise çetesi, güçlüler ve zayıflar, 3 kuruşluk menfaat uğruna birilerinin yüzüne gülüp onları kullananlar, kafalarında başka hesaplar olduğu için kullanılmasına ses çıkarmayanlar, hiyerarşik sıralamada yukarıda olduğundan ötürü her türlü avantadan yararlananlar... Herhangi bir bedensel engeli bulunmayanlar için geçerli olan modern dünyanın orman kanunları, onlar için de geçerli. "Ne bekliyordun ki" diyebilirsiniz, son derece de haklı olursunuz bunu söylerken. Bu tür bir ayrımcılığı asla yapmak istemem, yine de günlük hayatta sıkça karşılaştığımız durumların değişik bir versiyonunu, hem de çok daha ağır koşullarda gerçekleşen bir versiyonunu fazlasıyla etkileyici ve vurucu bulduğumu söylemeliyim.
Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi kirli bir düzenin ana çarkı kadın ve kadın vücudunun metalaştırılması ekseninde dönüyor. Genç kadınlar ise, belki cehaletin, belki açgözlülüğün etkisiyle, daha fazlasına sahip olabilmenin en kolay yolunu bulduklarından emin bir şekilde hayatlarına devam ediyor. Çünkü muhtemelen fakir ailelerden geliyorlar, okuyarak hiçbir zaman elde edemeyecekleri güzel kıyafetlere, bilindik işlerde çalışarak kimbilir ne zaman gidecekleri İtalya'ya gitme şansına hemen ulaşabiliyorlar bu sayede. Ülkemizdeki malum sınavlar bile insanların rahat yoldan para kazanmasına çıkan en kestirme yol olarak görülürken, hangimiz bu genç kadınların böyle düşünmesini yadırgayabilir bilmiyorum. Herkes rahat peşinde, gidilen yollar farklı. Alan memnun satan memnun.
Ama filmde yine de düzene karşı çıkan değil, sadece kendi aşkını, yani egosunu takip eden bir karakter görüyoruz. Liderin yerinde Sergey olsa, belki de kızın fuhuş yapmasına engel olacak, ama tüm ekibi karşısına alacaktı. Bunu göze alsa da sistemi bozmak isteyip istemediği şüpheli. Her şekilde bu kafayla "liderliği" sürdürebilmesi imkansız olurdu. Buradan da çıkan, Sergey gibi düşünenlerin her zaman mücadele eden, birşeyi elde etmek için istikrarlı ve kararlı bir şekilde fedakarlık yapmak zorunda olan taraf olacağı. Sergey'in kızın pasaportunu yırtması iç burkan bir sahneydi, ancak aynı zamanda kıza karşı hislerinin meydana çıktığı, yani artık "ocak dışı" kaldığı ve her türlü imtiyazını kaybettiği o son dayağa götüren oldukça sert bir sahneydi. Filmin sonu intikam içeriyor, ancak bu intikamla varmak istediği bir yer yok bence Sergey'in. Çünkü o çocukları öldürerek bu sistemi öldürmüş oldu, ama yerine birşey koymadı. Ne kendisi geçti ne de kalanlara bir yol bıraktı. Ayrıca bu "devrimci" hareket Anya'nın ondan daha fazla hoşlanmasına kesinlikle yaramayacaktır, çünkü genç kadının da merkezinde olduğu düzenin dişlilerini kırdı. Yani ne kendine, ne de kıza yarayacak birşey kaldı geride. Ama bu önemli değildir, çünkü kız gittiği zaman zaten kendi hayatı da pek anlamlı olmayacaktır. Bunun yerine hem kendini, hem de diğerlerini yakmayı tercih etmiştir. Kız da görünüşe göre hala orada, yakınlarda kalmaya mecburdur artık.
Acaba Sergey okula ilk geldiğinde o haydut ekibiyle değil de başka birileriyle tanışmış olsaydı okul hayatı bambaşka olur muydu? Bilmiyorum, belki de tüm sınıf zaten başlı başına bir çeteydi. Kaçacak yeri yoktu belki de. Ama o kabiledekilerin hepsi, sınıftaki o 2 güzel kızın bedenini satmasından çöplenen, bunun dışında onu bunu gaspedip hırsızlık yapan gençler veya onların "yasal zeminde" korumalığını yapan, kızlara birkaç kıyafet ve çok istedikleri İtalya tatili için gerekli bürokratik kolaylığı sağlayan, bunun karşılığında da para ve başka imtiyazlar alan öğretmenler de dahil olmak üzere, durumlarından memnundu çünkü herkes bir şekilde istediğini almayı başarıyordu. Çünkü istedikleri ya paraydı, ya da parayla elde edilebilecek şeylerdi. Sergey tüm düzeni alt üst etti, çünkü onun istediği şey ne paraydı, ne de parayla elde edilebilecek birşeydi. O Anya'nın aşkını istedi, ama filmden anladığımız kadarıyla bu kavram bile, uzun süredir karşılıksız bir sevgiyle karşılaşmamış kızın hiç tanımadığı kadar yabancıydı ona (Sergey'in sevgisi de karşılıksız değildi, en azından fiziksel olarak istediğini sonuna kadar aldı. Ama diğerlerinden farkı, tam olarak ne istediğini bilmesiydi).
Gerilim ve sertlik anlamında 2007'nin Altın Palmiyeli filmi 4 Ay 3 Hafta 2 Gün'ü fazlasıyla hatırlattı. Tabii ki o insanın içini gıcıklayan, oturduğu koltuğun kenarlarına sıkı sıkıya yapıştıran kürtaj sahnesi bu benzerlikleri pekiştirdi. Sessiz, müziksiz, insanların etraflarında gelişen olayların ağırlığıyla şekillenen hareket ve mimikleriyle yansıttığı, ama kesinlikle sonuna kadar hissettiğiniz bir gerginlik söz konusu 2 filmde de. Aynı şekilde sahnelerin cesurluğu Mavi En Sıcak Renktir filmini hatırlatıyordu, zaten yönetmen, başroldeki iki oyuncusuna, zor sahnelerin çekiminden önce bu filmi izletmiş. Oyuncuları, hem de amatör oyuncuları bu kadar zorlayan sahneleri çekmek büyük bir takdiri hakediyor, zaten oyuncular da zaman zaman seti terkedip gitmeyi düşündüklerini söylemişler.
--SPOILER SONU--
Filmin başarısı şu olabilir: Konusu biraz klişe olsa da fazlasıyla evrensel. Ve meramını filmi izlemiş herkese anlatmayı başarabilecek kapasitede: Dünyanın hangi ülkesinden olursanız olun, kulaklarınız duysun ya da duymasın, filmin anlatmaya çalıştıklarını az çok anlayabilirsiniz. Ama olaylar basit ve bariz görünse de bu filmi izleyen herkes olayları farklı bir düzeyde anlayıp ona göre yorumda bulunabilir, bu da filmin başarılı olduğunu, ama diğer bütün filmlerden çok farklı bir şekilde başarılı olduğunu gösteriyor.
Bilmediğimiz bir dilden olsa da fazlasıyla direkt bir anlatım gücü olduğunun kanıtı bu. Filmin başrolündeki Yana Novikova'nın (sarışın kız Anya rolünde) New York'ta Amerikalı bir gazeteciye verdiği bir röportajı okudum. Röportajı gerçekleştirmek için 2 tercüman kullanılmış (biri Ukrayna işaret dilini Uluslararası işaret diline çeviriyor, diğeri Uluslararası işaret dilini konuşma İngilizce'sine). 3 soru sormak ve yanıtlarını almak 20 dakika sürmüş. Ama 20 yıldır bu projeyi düşündüğünü söyleyen ve 40 yaşında ilk uzun metrajlı filmini bu projeyle çeken yönetmen Myroslav Slaboshpytsky, inanılmaz bir iş başararak bu dil vasıtasıyla bize bir hikaye anlatmayı başarıyor, hem de zaman zaman içimizi acıtan, zaman zaman gerim gerim geren ve tırnak yediren, zaman zaman esas oğlanın göze aldıklarına öfkelendiren bir biçimde ve sıfır oyunculuk tecrübesi olan Ukranyalı, Belarus ve Rus, ama hepsi sağır-dilsiz oyuncu kadrosunun potansiyelinin 0'sini almayı becererek...
8/10