Roma Film Festivali’nin açılış filmi olan, 27.Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin ardından geçtiğimiz Cuma günü yaygın gösterime giren “İkinci Nefes”, Fransız polisiyesinin önemli yönetmeni Jean-Pierre Melville‘in aynı konulu filminin bir yeniden çevrimi. Bu kez yönetmen koltuğunda Alain Corneau var. Daha önce de Melville’nin çalışmalarını “Second Wind” adıyla yeniden çeviren yönetmen aynı yoldan gitmeye devam ediyor. Daniel Auteuil, Monica Bellucci, Michel Blanc ve Eric Cantona gibi usta oyuncuların yer aldığı “İkinci Nefes” başarılı polisiye filmlerin arasında yer alabilecek bir film.
Namı yaygın bir gansterin hapisten kaçışını ve kurtulma çabasını konu alan filmde olayın gelişme safhaları kaba hatlarıyla şöyle; 10 yıldır hapishanede olan Gu başarılı bir kaçma planıyla firar eder. İşe 3 kişi girmişlerdir ama yalnız ikisi bunu başarabilir, 3. kişi duvardan düşüp ölür. Gu daha sonra eski dostlarının yanına döner. Sevgilisi Monouche ile kaçmaya, artık bu işleri bırakıp sakin bir hayat yaşamaya karar verir. Ancak istediği hayata kavuşabilmesi için paraya, para için de son bir işe girmesi gerekmektedir. Ortaklarıyla girdiği soygun işi başarılı olur ama Gu’yu kovalayan sivri zeka komiser onu tuzağa düşürür. Ortakları tarafından hain olduğu düşünülen ve kalemi kırılan Gu’nun artık tek amacı şerefini temizlemektir.
“İkinci Nefes” sanatçının “ne anlattığının” değil “nasıl anlattığının” önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne seren bir film. Konuya bakılacak olursa, gayet basit bir polisiye film imajı sergiliyor. Fakat işleniş, oyunculuk, görüntüler, müzik ve filmin bunlar gibi birçok ayrıntısı o kadar doyurucu ki, konunun sık kullanılmış ve tehlikeli bir konu oluşunu gölgede bırakıyor.
Diyalog sahneleri genellikle yakın plan çekimler halinde yapılmış. Bunda oyuncuların başarısı yönetmenin tarzının ötesinde bir etken olsa gerek. Filmin müzikleri filmde çok beğendiğim ayrıntılardan bir diğeri. En sert sahnelerde bile naif müziklerin etkisini yakalamak mümkün. Kostümler ise dört dörtlük.
Filmde konuşmalara çok yer verilmesi ve kaçınılmaz olarak kimi yerlerde klişelere gidilmesi can sıkıcı olabiliyor. Ama bu gözü çok yoracak ve rahatsız edecek kadar değil. Örnek olarak; “biri çıksa da şu kadın karakteri daha yaratıcı hallere sokabilse” dediğim yerler çok oldu.
Daniel Auteuil zaten başlı başına bir ekol yaratıyor filmde. Üzerine ihanet suçu atıldığında çektiği acıyı ve arınma isteğini onunla birlikte biz de yaşıyoruz. Hele son sahnede, son nefesinde “Manouche” dediği anda istem dışı gözlerimiz sulanıveriyor. Monica Bellucci, Daniel Auteuil’in karşısında sığ ve biraz bilindik kalsa da kendisine verilen basit karakteri başarıyla canlandırıyor.
Film 1958 yılını anlatıyor ve görsel olarak zamanın dışında bir izlenim yaratmıyor. Görüntülerde pastel ve koyu tonlar ağırlıkta. Bu hem konuyla hem de dönemle bütünlüğü oluşturuyor.
Bir yeniden çevrim olması başta önyargıya neden olsa da, filmin kendi başarısı kendiliğinden oluşuyor. Mellville’nin 1966 tarihinde yaptığı filminde Gu’yu usta oyuncu Lino Ventura canlandırmıştı. Corneau ise Daniel Auteuil seçimiyle hedefi tam 12 den vuruyor.
Ülkemizde genellikle çok ilgi görmeyen Avrupa sinemasının iyi polisiye örneklerinden biriydi bence. Uzun ama dolu dolu bir sine seyirin yanında hayranlık bırakacak bir oyunculuk örneğine şahit olmak isteyen herkese rahatlıkla önerilebilir.
Premier Grup