Goya ve Barcelona Film Ödülleri de dahil olmak üzere birçok film festivalinde farklı dallarda toplam 29 ödül kazanan “The Orphanage” nihayet ülkemizde yaygın gösterimde. İlk kez 2000 yılında yazılan senaryo, ancak 6 yıl sonra çekimlerine başlanmasıyla peliküledeki yerini bulabildi. Bir korku filminin, fantastik öğeleri de kullanarak bol ödül toplaması kuşkusuz korkuseverler için bulunmaz nimet görüntüsü çiziyor.
“Pan’ın Labirenti” sonrası ülkesinin bir numarası haline gelen Guillermo Del Toro’nun adının geçmesi adeta iyi bir referans. 1975 doğumlu genç yönetmen J.A. Bayona kuşkusuz bu ağır sorumluluğun altından kalkmış gibi görünüyor. Sinema mezunu genç bir yetenek olan Bayona’nın film öncesi karnesi de olumlu zaten. 30’dan fazla kısa film, video klip ve reklam filmi yöneten Bayona’nın kısa filmlerinden My Holidays(1999) ve The Sponge Man(2002) İspanyol sinemasının en iyileri arasında gösteriliyor.
“Korku filmleri yönetmen için büyük bir okul. Zamanı ve mekanı istediğiniz gibi değiştirme, kamera hareketlerini istediğiniz etkiyi yakalayabilmek için özgürce kullanma hakkına sahipsiniz” diyen Bayona şöyle devam ediyor: “Günümüz korku filmlerinden farklı olmasını istedim. Aslında “The Orphanage”, benim çocukluğumdaki filmlere bir dönüş. Korku filmi gitmeye korktuğumuz yerlere bizi götürmeli, bizi rahatsız eden şeyleri göstermeli.”
Aynen kastettiği gibi izleyiciyi korkularına götüren, rahatsız eden bir film “Yetimhane”, ama kısmen. Özellikle güzel bir açılış yapsa da, bunu ilk yarıya kadar iyi taşısa da, belli bir noktadan sonra ritmini kaybederek, başrol oyuncusunun üzerine yıkılmaya başlıyor. Bir klişeler yumağı karşılıyor belli bir süre sonra izleyiciyi.
Ne kadar kaçılsa da yakalanılan bu klişelerden uzak yerlere gittiği de oluyor ki, işte filmi izleme sebebi de onlar. Bir ruh çağırma seansı sahnesi var ki, filmin zirve noktasını oluşturuyor. Geraldine Chaplin’in çizgi dolu yüzü ile harika performansı filmin en unutulmaz anı oluyor. Ama sadece o kadar.
Ekibin özellikle kamerayla yaptığı cambazlıklar önemli, standart storyboardların dışında kamera açılarına harcanan emek görünüyor. Ama içi boş emek olarak kalakalıyor.
Eski bir yetimhanede geçen öykü olarak başlayan film, birden herşey olmaya karar veriyor. Düz anlatımı devam ettirmek yerine, herşeyi açıklama sevdasına düşüyor. “İçimdeki Deniz”den tanıdığımız Belen Ruada’nın taşıdığı yük belli bir süre sonra eksiklikler yüzünden kayıp gidiyor.
Neredeyse hiç olmayan, kağıttan karakter görünümünde şöyle bir gelip geçen koca karakteri ile, ana öyküyü dallanıp budaklandırma sevdası ile bolca tökezliyor. Herşeyi dozunda bıraksa bir başyapıt olabilecekken, bol bol fırsat kaçırmış oluyor.
“Hollywood yapımlarında özel efektler, müzik ve sesler izleyiciyi etkilemek için fazla abartılıyor. Bunun nedeni senaryoların güçlü olmaması. “The Sixth Sense”, “The Blair Witch Project”, “The Others” gibi filmler abartıya kaçmadan ticari başarı sağlanabileceğinin kanıtları” diyen yönetmen Boyana senaryosunu güçlü sanadursun, kendi içinde çok parçaya bölünen senaryosu ile kaçırdığı fırsata yanmalı….