Zaman zaman kritiklerin girişinde “bu Türkçe isimleri kim koyuyor” serzenişlerini kullanmak zorunda kalıyor ve artık bu duruma alışıyorken, garip bir durumla karşı karşıyayız bu kez. 2004 tarihli bir film ve yine saçma bir isimle vizyonda. Amerika’da 3 Eylül 2004’de gösterime giren film, şu an itibariyle dünya sinemalarındaki son gösterimini ne yazık ki Kuveyt’ten bile sonra yapıyor ülkemizde.
Yapım aşamasında Joel Schumacher’in yönetmesi düşünülen film için ilk tercih de Brendon Fraser olmuş. Daha sonra Paul Walker’a giden rol “Hızlı ve Öfkeli” çekimleri nedeniyle reddedilince, Josh Hartnett rolü kapmış. Yönetmen Paul McGuin’in “Şanslı Slevin”dan önce çektiği “Wicker Park”ın DVD’si de 2004 sonunda çıkmış.
"Wicker Park"; kendisini Sinefil olarak tanımlayanların mutlaka keşfedip izlediği ve hayran kaldığı 1996 yapımı “L’ appartement”in yeniden çevirimi. Gilles Mimouni’nin, Alfred Hitchcock soslu gerilim sosu ile süslü şaheseri, şaşırtıcı senaryosu ve finali ile hayranlık uyandıran bir film. Hitchcock filmi izlediğiniz hissini veren müzikleri bir yana, başarılı kurgusu da filmin ön plana çıkmasını sağlıyor.
Böyle çok katmanlı bir filmin Hollywood uyarlamasının nasıl olacağı da kuşkusuz merak konusu idi. Bafta ödüllü “Apartman”, aynı zamanda Vincent Cassel ve Monica Belluci’nin çift olarak perdedeki ilk filmiydi ve sonrasında da hayatlarını birleştirmişlerdi.
Konuyu kısaca anlatmak gerekirse; Max ve Lisa’nın ayrılıklarının üzerinden 2 sene geçmiştir. Max yeni bir hayata başlamış olsa da, Lisa’yı hala unutamamıştır. Bir tesadüf eseri Lisa’yı bulduğunu düşünerek kendisini bir maceranın içine atar. Lisa olduğunu sandığı kişi Alice ise sırlarla doludur.
“Apartman” ile “Hep Seni Aradım” aynı ana öyküden yola çıkıyor ilk başta. “Apartman”, sürekli canlı tuttuğu gerilimi bir yana, sürekli beklentileri boşa çıkaran seçimleri ile şaşırtırken, yeniden çevrim bu unsurları elinin tersiyle iterek adeta seyircinin nabzını yoklayarak ilerliyor.
Sahne geçişleri ile kilit sahnelerin aynı olduğu “Wicker Park” bir iki sahnede Avrupa filmlerine de el sallıyor. Bunlardan en önemlisi ayakkabı numarasından doğan “Fellini” konuşması… Ustanın efsaneleşmiş filmi “8.5” aynı zamanda Lisa’nın ayak numarası olunca hoş bir replik çıkıyor ortaya. Bir diğer selam ise Monica Bellucci’ye yollanmış. Filmin en önemli mekanlarından biri olan restoran’ın adı “Belluci”…
Monica Belluci’nin canlandırdığı Lisa’nın yerini, Diane Kruger almış. Ne işle uğraştığı hakkında çok fazla bilgi verilmeyen ilk filmin aksine, bu kez Lisa modern dansla uğraşan bir sarışın. Vincent Cassel tarafından canlandırılan reklamcı Max’in yerini de, Josh Hartnett tarafından canlandırılan fotoğrafçı Matthew almış. Bellucci’nin oyunculuğuna ve karaktere kattıklarına göre Kruger çok zayıf kalıyor. Hartnett ise filmin tercih ettiği hikaye için çok uygun. Özellikle orijinalde olmayan ayrılık sonrası yıkılıp ağlama sahnesi için biçilmiş kaftan.
Max’in ayakkabıcı dükkanı sahibi arkadaşı Lucien de değişikliğe uğrayanlardan. Luke adı ile yeniden yaratılan karakter daha enerjik, daha düz ve anlaşılacağı üzere karton. Filmin kilit rolü Alice’in kafa karışıklığı, tutkusu ve sonlara doğru yaşadığı utancı Romane Bohringer tarafından mükemmel canlandırılmışken, Alex’e dönüşen Rose Byrne bu performansın yanına bile yaklaşamıyor.
Finalde etkili olan, gerilimin yan unsuru Daniel ise görünüp kayboluyor sadece. İçindeki romantizm duygusunu gerilimi yok sayarak vermek isteyen McGuin’in en büyük hatası bu zaten. Birçok önemli sahnenin fotoğrafik açıdan aynı olmasına rağmen, veremediği duygu özellikle ilk çevrimi izlemiş olanlar için adeta kabusa dönüşüyor.
Alex’in tiyatro provası sırasında ruhsuz oyunu karşısında yönetmenin tepki vererek “Sen hiç aşık olmadın mı” dediği sahne tipik Hollywood klişesi olarak abartılı hale gelmiş. Buna karşın Max’in Lisa’yı uzun süre takip ettiği için “kendimi sapık gibi hissediyorum artık” demesini gerektirecek bir durum yok Matthew için. Takip sahneleri neredeyse yok gibi. Oysa bu takip sahneleri, ilk çevrimde Max ile Alice’in özdeş iki karakter olmasının anahtarı..
Alex ile Matthew’in karşılaşma sahnesi de iki farklı uçta yer alan sahnelerden biri. İlk çevrimde pencereden kendini atan Alice’i son anda kurtararak tanışan çiftin yerini son derece sönük bir pencere önü sahnesi ile tanışan çift almış.
İlk çevrimde Lisa’nın gidişi üzerinde çok fazla durulmazken, “Hep Seni Aradım” bu durumun neredeyse suyunu çıkarıyor. Lisa’nın bıraktığı mektubu ulaştırma görevini alan Alex; bunu Matthew’in evine gidip telesekreterindeki mesajları silmeye kadar uzatıyor. Lisa’nın ani çıktığı Avrupa Kabare Turnesi’nde arayıp telesekretere not bırakması ayrıntısı yeni çevrimin kendi kendine yarattığı mantık hatalarından biri olarak kalıyor. Lisa’nın mektup emanet ettiği sahne ile birlikte erkenden tüm sırlarını açıklamaya girişen film, tamamen Hollywood’laşmaya başlıyor bu andan sonra. Lisa’nın gidişi ile duvardaki fotoğraflara bakıp ağlayan Matthew belki de filmin yeni haline ağlıyor kim bilir...
Senaristlerin gafı bir iki sahnede iyice göze batıyor. Avrupa’dan telefon açan Lisa’ya “başka kadınla bastım Matt’i” diyecek kadar aciz duruma sokulan, has kötü olması beklenen Alice, diğer bir kilit sahne olan tiyatro sahnesinde oyununu bitirebilecek kadar da duygusuz resmediliyor.
Bunlarla da kalmıyor. Güzelim ayakkabı sahnesi, herşeyin başkahramanca fark edildiği iki sahne, resmen linç edilmiş. Alice’in gerçek kimliğinin anlaşıldığı 2 numara küçük ayakkabı sahnesi kıyıda köşede kalmış gibi. Luke’un sevgilisini Matt’e tanıştırdığı sahne ise tam bir felaket. Klasik Hollywood gelenekleri devreye giriyor ve “kötü”, cezasını çekiyor oracıkta.
İki film arasındaki en büyük fark ise finalde ortaya çıkıyor. Tamamen farklı iki final sözkonusu. İlk çevrimde Max, Lisa yerine Alice’i tercih ediyor. Bu sayede iki karakterin ne derece özdeş olduğunun altı çiziliyordu. Lisa kaçtığı Daniel tarafından evinde ateşe verilirken, Max tesadüf eseri karşılaştığı nişanlısına kalıyordu iki kadını da ıskalayarak.
Yeni çevrimde final sahnesinin tek ortak yönü havaalanı fonu… Onun dışında tamamen farklı bir final tercih edilmiş. Genel seyirci beklentileri için de bol bol izah edilerek neredeyse kaçıranlar için özet geçilerek gelinen son sahne klişeden ibaret elbette…
Sonuç olarak 1996 yapımı bir klasiği, çok katmanlı yapısını tekdüzeleştirerek vasat bir filme dönüştüren film ekibini ayakta alkışlamak gerek! Duygusunu, tadını, ruhunu kaybetmiş bir öyküden ibaret olan “Hep Seni Aradım”, orjinalinin yanında ikinci sınıf bir kopya olmayı bile hak etmiyor. İlk filmi izlemeyenleri ise farklı bir aşk öyküsü bekliyor…