Acaba beyazperdeden peşi sıra akan bütün o görüntüler, arkalarında armonik notalar olmadan ne kadar çekici olabilirdi? Düşündüğümüz zaman, müziksiz bir hayat ne kadar manasızsa, bir sinemasever için de akıcı melodiler olmadan kurgulanmış bir film o kadar manasızdır.
Film müzikleri bir filme karakter ve hüviyet kazandırmak için tüm hünerlerini sergiler. Öyle ki görüntüler ne kadar aksini iddia ederse etsin, bir aksiyon filmi yumuşak müzikler ve kederli melodilerle, tüm vurdu kırdıya rağmen sıradan bir dramadan öteye geçemez. Film müzikleri tıpkı sinemanın kendisi gibi hareketli bir ilerlemeye tabidir.
Sinema tarihinin başlangıcında seyirciyi eğlendirmek için sadece kulak doldurmak üzere çalınmış bilindik klasik müziklerden öteye geçemeyen film müzikleri, özellikle son on yılda olmak üzere büyük bir atılım gerçekleştirmiş ve neredeyse sinemadan ayrı bir sektör kolu olarak sivrilmeyi başarmıştır.
Sessiz filmlerde kullanılan müziklerin değişim göstermeye başladığı, filmin tarzı ve karakterini belli eden müziklerin bestelenmeye başladığı dönemler, Chaplin filmlerine denk gelmiştir. O döneme kadar opera ve baleden yedinci sanata geçiş aşamasında bir köprü olan müzik, 1915’ten itibaren filme ait müzik temasına uygun şekilde vücut bulmaya başlamıştır. 1930\'larla birlikte sesli filmler çekilmeye başlanmıştır.
Sessiz filmden sesli filmler dünyasına geçişte, siyah beyaz ekranı renklendiren unsurlar özellikle Chaplin filmlerinde komedi unsurunu veren müziklerdi. Sesli filmlere geçiş dönemi beraberinde müzikalleri getirdi. Özellikle o dönem ünlü Amerikalı şarkıcıların boy göstermeye başlamasıyla, o zamana kadar filmin tempo ve ritmini ayarlayan klasik müzik yerini kadife sesli caz sanatçılarının nağmeli sözlerine bırakmaya başladı. Caz severlerin en iyi bildiği şarkılardan biri olan Frank Sinatra’nın “Singing in the rain” şarkısı eşliğinde yağmur altında yapılan o dans, bu dönemin özeti gibidir.
Sinemada film müziklerinin fonda kalmaktan kurtulup, müzisyenlerinin adıyla ve ölümsüz besteleriyle anılmaya başlandığı dönemse 70\'li yılların başına bizi getirir. Bugün bile müzikal anlayışı ile yeraltı dünyasını konu alan filmlere ilham veren Nino Rota’nın “Baba” için yapmış olduğu müzikler, tema müziği kavramının doğuşunu sağlar.
Bu doğuşla birlikte tema müziği kavramı gelişmiş ve günümüz klasiklerinin çoğu, bu kavrama dayanarak hem eşsiz senaryoları, hem de filmle bütünlük sağlayan tema müzikleri ile zihinlerimize kazınmıştır. Öyle ki Baba filminin tema müziğini duyduğunuzda ortama bir ağırlık çökmüş, Rocky’nin efsanevi “Eye of the Tiger”ın giriş müziği aerobik ve fitness salonlarında çalar olmuştur. Bizler de kaçınılmaz olarak havayı yumruklayan boksörler olmuşuzdur.
Kaçınılmaz olarak bu döneme kadar uzanan ve film müziklerine şekil veren efsanevi besteciler ortaya çıkmıştır. Bu dönemden başlayarak özellikle 80’lerden sonra film müziğini yeniden tanımlayan isimlerin başında John Williams gelir. Seksenden fazla eserin müziğini bestelemiş olan bestecinin “Schnidler’s List”, “Star Wars” ve “Indiana Jones” üçlemeleri ile “Jaws” ve “Superman” gibi tema müziğinin tanımını yapacak cinsten eserlerde imzası vardır.
En iyi Western filmlerinin gerçek bir klasik olmasında en büyük paya sahip olan Ennio Morricone ise “İyi, Kötü ve Çirkin” ve “Birkaç Dolar İçin” gibi filmler dışında “Bir Zamanlar Amerika”, “Kill Bill” gibi filmlerde de büyülü melodileri işler.
Jerry Goldsmith’in “Omen” ve “Robocop” temaları, “Cesur Yürek” ve “Titanik” için yaptığı müziklerle dikkat çeken James Horner; özellikle “Görevimiz Tehlike”nin müzikleri ile sevilen Danny Elfman ve günümüzün filmlerinin çoğunda imzası bulunan müzik dâhisi Hans Zimmer gösterilebilecek eşsiz örneklerdendir.
Film müziklerinin sektörel bazda ayrılmaya başladığı yıllar 90’lı yılların başıdır. Film müzikleri olgusu, “soundtrack” kelimesi ile dilimize girip artık kendisine sinemadan farklı bir alan yaratmayı başarmış ve ekonomik olarak film yapımcılarına yeni bir sektör açmıştır. Artık filmlerin beyazperdeye çıkmasıyla birlikte aynı anda filmin müziklerinin veya filmde çalan müziklerin içinde bulunduğu soundtrack albümleri piyasaya çıkmaya başlar. Bu zamanda çıkan albümlerin hepsinin ortak özelliği enstrümantal müzikleri barındırıp, filmde yer almayan müzikleri barındırmamalarıydı.
Bu ağırlık 2000’li yıllarla neredeyse filmden bağımsız albümlere kaymaya başlamıştır. Filmin içinde dahi yer almayan müzikler, gruplar ve parçalar; filmin karakterine uygunluk sağlayacak bir şekilde albümün içine oturtulmuştur.
Bu tip soundtrack albümlerinin dönüm noktası ise “Matrix” filminin soundtrack albümüdür. Değişimin önemli sebeplerinden biri popüler müziğe nazaran tırmanışa geçen alternatif müzik ve rock müziğin enerjisinden son dönem aksiyon ve bilimkurgu filmlerinin karakter yapısına tamamen uymasıdır.
Filmlerde bulunmayan veya işitilmemiş parçaların albümlere konmasının sebebi ise genç ve dinamik olan bu müziğin hem tarifsiz bir enerji barındırması hem de sinemaseverler ile müzikseverler arasında bir bağ yaratılmaya çalışılmasıdır. Bununla birlikte yapımcıların astronomik rakamlarla çalışan usta besteciler yerine daha düşük maliyette, hevesli ve heyecanlı grupların parçalarına yer vermeyi tercih etmeleri de kulislerde konuşulmakta.
Film müziklerinin filme karakter verdiğini belirtmiştik. Bu değerden yola çıkarak incelersek müziğin armonik yapısı ve türünün ne kadar belirleyici olduğunu görebiliriz. Tarihi ve fantastik filmlerde orkestral ve enstrümantal müziğin ağırlığı tamamen hissedilir. Savaş başlangıçlarında vurmalı çalgılar savaşın tamtamlarını taklit ederken, usta bir maestronun şefliğinde klasik müziğin her notası, filmin her duygusunu vermek için, tabir-i caizse filmi size kulaklarınızla izletmek için tüm hünerini sergiler.
Akabinde gerilim vermek için minör akorlardan giren yaylı enstrümanlarla seyirci gerilir. Filmin bölgeselliğini vurgulamak için yöresel enstrümanlar atmosferi yaşatma da birebirdir. Örneğin “Cesur Yürek’”teki gayda performansları, çöllerde geçen sahnelerde arabesk müziğin ağırlığı hissedilir.
Bununla birlikte bilim-kurgu filmlerinin vazgeçilmez müzik türleri; tekno, progresif, rock gibi sert tonlarla kurulan eserlerdir. Romantik komedilerin baskın pop müzik anlayışı basmakalıp olmakla birlikte bu tip filmler için biçilmiş kaftandır. Yedinci sanatın türünü belirleyen en önemli etken anlaşıldığı üzere onun müziğidir. Yedinci sanat ifadesinin sinemaya verilmesinin bir diğer sebebi de, görselliğiyle büyülemesinin yanında seyirciye işitsel bir şölen sunmasından da kaynaklanır.
Sözün özü: Sinemaya bir bütün olarak baktığımızda; oyuncular, senaryo ve görsellik sinemanın bedeniyse, film müziği de onun ruhudur. Bu yüzdendir ki müziksiz bir film ruhsuz bir bedenden farksızdır.
Premier Grup
Yazar: Tamer SAĞCAN