Film çıkmadan yeterince yazı, kritik, yorum kaleme alınmıştı. Ve filmden sonra da kalemin kelamı devam ediyor. Sinemaseverin aklında ise şüphesiz bir ukde mevcut. Bu filmi diğer filmlere oranla bu kadar tartışma mevzusu kılan ne ?
Bu soruya herkes aynı yanıtı veriyor, zira herkes aynı yüzeysel bakışla değerlendirmeye tabii tutuyor filmi. Burada izleyici "O… Çocukları" isminden ziyade "O… Çocukları"nın kullanılış amacı ve değerlendiriliş gayesiyle baş başa . "Aaa ne kadar ayıp "tan ziyade "Ne ayıp? Neden ayıp ?" sorusu karşımızda…
Filmin senaristi Sırrı Süreyya Önder’i her birimiz "Beynelmilel" filminden az çok tanırız. Önder’in konu bulmakta sıkıntı çektiği kanaatindeyim. “Yattım 80 , kalktım 80” olayı geziniyor beyninde çok belli. Her filme siyasi birşeyler yerleştirip, etkileyici ve cesur olurum anlayışı artık kabak tadı vermeye başladı, dipnot geçelim.
İnsanlık vahşetini cesurca kaleme alıp, o dönemin hayvanlaşmış zihniyetini eleştiren Önder’i ayakta alkışlayan bendeniz , filmin içine süs niyetine serpiştirilmiş ve sadece ama sadece, bazı kesimler de filmimize gelsin amacıyla çekilen o sahneler karşısında yine aynı Önder’ i esefle kınıyorum.
Filmin yönetmeni Murat Saraçoğlu\'yu filmografisine bakmadan değerlendirmeye tabii tutacak olursak, yeterince başarılı olduğunu büyük bir iç rahatlığıyla arz edebiliriz.
Filme gelirsek… Birçok özetin aksine benim özetimde, 80 olaylarıyla alakalı fazla bir şey yok. Filmin içinde 80 olaylarına dair acı bir takım bilgi var, geri kalanı ise konuyla alakasız ve eminim ki senarist bile bu mantık hataları karşısında şaşkın.
Filmin ana kolonunu inşa eden annenin mesleğinin ne olduğu, neden bu kadar ısrarla arandığı ve filmde neden polislerin ısrarla bu kadına "kaltak,o…" dediği ve yine buna karşın bu kadında en ufak bir kaltaklık belirtisi gözükmemesi ve buna rağmen izleyicinin kafasında beliren soru işaretleri .. kelime bile bitemiyor anlayacağınız.
Tabii senaristimiz akıllı; birkaç duygusal sahne çekiyor, olayı örtbas ediyor. Aşalım artık kendimizi diyorum…
Oyunculuklar belki de bu filmi film yapan , film kisvesine tam oturtan en önemli faktör. Kusurlu diye nitelendirebileceğim bir oyuncu bile bulamadım ben. Demet Akbağ ve Altan Erkekli’nin, BKM kadrosundan geldikleri aşikar. Tiyatro oyuncularının her daim bir adım önde olduğunun altını çizmekte fayda var.
Özgü Namal herşeyiyle enfes bir iş çıkarmış. Son yılların en başarılı kadın oyuncusu benim gözümde. İtalyanca’ya gereken doğu aksanını profesyonel bir şekilde aktarıyor fakat filmin en sonunda playback usülü şarkı söylediği bölümde rezil olmaktan da kurtulamıyor .Buna teknik ekibin ayıbı diyorum ama…
Mahir İpek, İpek Tuzcuoğlu, Gökhan Atalay, Sezin Akbaşoğulları ve çocuklar başarılı bir iş çıkarmış. Yani çok muhteşem diyemesem de, göze batan bir hataları da mevcut değil. Hepsinden ayrı değerlendirmeye alacağım bir kişi kaldı geriye; Saffet rolüyle karşımıza çıkan Sarp Apak.
Filmin ağırlığı altında hiç ezilmeyen hatta sonlara doğru filmi ağırlığıyla ezen bir Sarp var karşımızda. İnişli çıkışlı grafiğiyle garip bir yol izleyen Apak, bu filmle bence kendini bulmuştur. Her an espriye meyilli o sıkıntı dolu yüz hali ile, varoşların bağrından çıkan bendenize , yüzü hiç yabancı gelmemiştir ki bu da rolünü hakkıyla yerini getirdiğine kafidir. İnsanın yüzünün değil de, içinin "o… çocuklaştığı " bir devirdedir Saffet ve bunu da kötümser iyilikleriyle yansıtır ekrana.
Filmin müzikleri yerine tam oturmuş , başarılı da olmuş fakat bazı yerlerde müzik, filmin önüne geçiyor. Yani sahne ne olursa olsun, müziğin duygusallığı karşısında çaresiz siz de başınızı öne eğiyorsunuz.
Repliklerdeki mesleki argo gayet normal. Yani hayat kadınlarının İstanbul zarifliğiyle konuşmasını beklemek, ağaçların yürümesini beklemek kadar imkansızdır. Böyle bir beklenti içinde olan arkadaşlar filmden uzak dursunlar diyorum.
Bir de filmin gerekli yaş sınırı +13 tür. Bir çocuk için fazla küfür mevcut içinde zira. Aile filmi değil , ailesizlerin filmi biraz da … Hayatın acı tarafını tüm çıplaklığıyla anlatıyor , pis suda nasıl yüzülür, onu gösteriyor bizlere. Çok sağlam, yardırıcı, akıllardan çıkmayacak replikler barındırıyor içinde film. Dikkat ettiğinizde bana hak vereceksiniz.
Filmin sonu tek kelimeyle filmin tamamını mahvetmiş. Yazık etmiş koskoca filme... Yani 5000 metre koşu yarışmasının 4999. metresinde intihar etmek gibi bir şey bu .Ve bunu da yapmışlar. Mekanlarının Türk sinemaseverler tarafından cehennem olarak ayarlanacağını bile bile…
Ne yazık!
Son sözlere geldik. Son dakikaya kadar kesin bir çizgide önerebileceğim bir film olmasına rağmen, şimdi çekimser kaldığım bir film "O.. Çocukları". Her şeye rağmen hayatın menfi dağdağalarını frapan bir dile ihtiyaç duymaksızın anlattığı için gidilmesi gerektiği kanaatindeyim. Perspektiflerinizin sınırlarını zorlayın.
O Çocuklar ve “O… Çocukları” arasındaki farkı ve bu kelimelerin içselliğini, yaşamdaki içselleştirilmesini fark edin.
Dünyalarımız ayrı olsa da , dünyamız aynı nihayetinde…