Henüz film hakkında bilgimiz yokken, Hülya Avşar’ın başrolde oynayacağı haberi ile gündeme gelen; ancak sonradan Avşar kızının yaşlı bir hayat kadınını canlandırmak istemediği gerekçesiyle filmden çekilmesi üzerine, başrolün usta oyuncu Demet Akbağ’a verilmesi yönündeki gelişmeler sayesinde uzun süre gündemde kalmayı başaran “O...Çocukları” nihayet gösterimde...
Filmin ismi ilk duyulduğunda, sadece dikkat çekmek amacıyla seçilmiş bir isim olduğunu düşünen çok sayıda insanın önyargısını kazanmıştı “O...Çocukları”...
Sırrı Süreyya Önder’in kaleme aldığı senaryoda ana hikaye, 12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra yurtdışına kaçan bir karı- kocanın, Türkiye’de bırakmak zorunda kaldıkları kızlarına kavuşma çabaları üzerine kurulu olsa da; küçük kızın geçici olarak emanet edildiği evde yaşayan çocukların ve hayat kadınlığı yaparak para kazanan annelerinin dramı, yan hikaye olmaktan çok, filmin odak noktası olarak çıkıyor karşımıza. Dolayısıyla filme verilen isim, anlatılan hikaye için oldukça uygun bir başlık.
Filmin açılış sahnesi, 1980 ihtilalinden sonra, siyasi suçlu olduğu gerekçesiyle (ya da çoğu zaman öylesine) içeri alınan insanlara, sorgu sırasında ne boyutlarda işkence yapıldığını gözler önüne sererek; insanlığınızdan utanmanızı sağlıyor. Nice genç yüreklerin, özgür ruhların, bir an olsun tereddüt etmeksizin, nasıl da “hayvanca” telef edildiğini gösteren bu sahneler ile film boyunca yakanızı bırakmayacak derin bir huzursuzluk hissetmeye başlıyorsunuz.
“O...Çocukları”, baştan sona dokunaklı ve dokundurmalı bir film aslında... Hayat kadınlarının çocuklarına bakıcılık yapan emanetçi anne Mehtap’ın evinde yaşayan çocukların her birinin gülen gözlerinin arkasında sakladıkları hüzünlü hikayeleri var. Annelerinin de bu mesleği yapmak için geçerli nedenleri...
Evin sahibesi, çocukların emanetçi annesi Mehtap Hanım (Demet Akbağ); ömründe bir kez bile bir erkekle çay bahçesine gidememiş ancak yüzlerce erkeğin koynuna girmiş, tabir-i caizse feleğin çemberinden geçmiş bir kadın. Ancak buna rağmen, kendisiyle ve hayatla barışık bir duruşa sahip.
Ayakta kalmanın tek yolunun \'alışmak\' ve \'hayatı geldiği gibi kabullenmek\' olduğunu öğrenen Mehtap Anne; bu düşünceyi hem evde kalan çocuklara, hem de film boyunca dile getirdiği sözleri ile izleyiciye aşılamaya çalışıyor. Verilen her rolü adeta “giyinen” Demet Akbağ, Mehtap Anne’yi de tüm sahiciliği ile beyazperdeye taşıyarak; “oyunculuk budur” dedirten bir performans sergiliyor.
Töre nedeniyle, kendi öz oğlu tarafından öldürüleceği korkusuyla Mehtap Anne’nin evine sığınan Hatice rolünde izlediğimiz İpek Tuzcuoğlu; filmin ilk yarısında biraz sönük kalsa da, finale doğru son derece etkileyici bir sahnede, göz dolduran bir oyunculukla çıkıyor karşımıza. Yıllardır onca filme, diziye ve hikayeye konu olan töre cinayetleri konusunda dokunaklı bir eleştiri getiren “O...Çocukları”; durumun mantıksızlığından ziyade, töreye kurban giden tarafların ruh hallerine odaklanarak, huzurunuzu kaçırmaya devam ediyor.
Mehtap Anne’ye emanet edilen Hazan’ın, onu almak için geri geleceğine söz veren annesinin yolunu gözlerken yaşadığı düş kırıklıkları karşısında ise boğazınız düğümleniyor adeta... Mutlu ve huzur dolu bir ailenin, “insanları çok sevmek” suçundan ötürü, nasıl da paramparça edildiğini görmek ve bunu küçücük bir kız çocuğunun hisleri aracılığıyla gözlemlemek izleyiciyi gerçekten yoruyor.
Bu noktada imdadımıza iki küçük aşk hikayesi yetişiyor. Aslında ikisi için de tam anlamıyla “aşk” demek doğru olmayabilir. İtalya’da yaşayan entelektüel Türk kızı (Özgü Namal) ile hayatın tüm pisliklerini tanımış, karanlık işlerle uğraşan ancak tertemiz bir kalbi olan Tarlabaşı delikanlısı (Sarp Apak) arasında gelişen yakınlık; geleceği olmayan, geçici bir tutku olarak resmediliyor filmde.
Mehtap Anne’nin her gün düzenli olarak gittiği, uzun zamandır kendisine hayran olan iğnecisinin (Altan Erkekli) evlenme teklifini; hayatında hiç tatmadığı, \'akşamları beraber televizyon izlemek\' ve \'pazar alışverişi yapmak\' gibi oldukça sıradan paylaşımları yaşayabilmek düşüncesiyle kabul etmesi ise; hayat kadınlarının aslında çok daha saf ve temiz bir yaşama özlem duyduklarını gösteriyor izleyiciye.
“O...Çocukları”, hikayenin özü gereği, bolca argo ve küfür içeren repliklere sahip bir film doğal olarak... Hayat kadınlarının kullandıkları jargon çok gerçekçi bir şekilde aktarılmış filme. Anlatımın doğallığını ve sahiciliğini pekiştiren bu jargon, gayet yerinde ve kıvamında kullanılmış.Türkiye\'de konuşma dilinde, argo ve küfürlerin ne kadar yoğun kullanıldığı aşikar iken; hayat kadınlarının yaşantılarından kesitler sunan bir filmden nezaket beklemek yanlış olur nitekim...
Filmin başrol oyuncularından Özgü Namal’ın, bu konu ile ilgili eleştirilere verdiği cevaba katılmamak elde değil: “Bu film, “Recep İvedik” kadar tehlikeli olamaz!”.