Not: Bu yazı altı yaşındaki bir erkek çocuk tarafından yazılmıştır.
Altı yaşındaki bir çocuğun hayal gücü çok geniştir.
Altı yaşındaki bir çocuk, o kendine has evreninde her şeyin şeklini değiştirebilir. Yatağı bir uzay aracına dönüşebilir, kendine mandallardan arabalar, uçaklar yapabilir. On tanesi bir kutuda satılan o ucuz, minicik ve rengârenk arabalarından kendine bir ordu kurabilir. Hayal gücünü kapatan tek şey muhtemelen annesinin “yemek vakti” diye çağırmasıdır.
Altı yaşındaki bir çocuğun aklını başından alabilecek şey ise, herhalde, bir araba, tank ya da gemiyken her tarafından asalet akan bir robota “dönüşen” oyuncaklardır. Hem bir araç, hem de robot olan, ama en güzel tarafı da şekil değiştirmesi olan bu oyuncaklar, bir çocuk için olağanüstüdür.
“Transformers” isimli müthiş yaratıklarla tanışmam altı yaşıma rastlar. Çok severdik onları. Uğruna sabahların köründe kalkan, bir saniyesini bile kaçırmamak için uyanıp yüzünü bile yıkamadan televizyonun başına kurulan bir kuşaktan bahsediyoruz. Dolaplarının kapaklarına çıkartmalarını yapıştıran, uyduruk maketlerini almak için ilk harçlığıyla bakkallara koşan (hani büyük robotu hiç tamamlayamazdık!) altı yaşındaki çocuklardan söz ediyoruz. Televizyonlarda çizgi filminden sonra çıkan, “Transformers!”, “İntertoy’dan!” diye beyinlerimize işleyen oyuncağının reklâmlarını ağzımız açık, neredeyse nefes almadan izlerdik. Üç kişilik velet grubumuzun hatırı sayılır bir Transformer ordusu bile vardı. Onlar bizim çocukluk kahramanlarımızdı.
Böyle geçen bir çocukluktan sonra, o çizgi filmleriyle büyüdüğüm, üçüncü kalite maketlerini biriktirdiğim (ah o maketlerden yine bulabilsem!) defterlerimi bile onlarla kapladığım Transformer’ları, on altı yaşından sonra aşık olduğum sinema perdesinde görmek benim için nasıl büyük bir olaydır, anlatamam.
İşte bu aylardır beklediğim, beklerken de fotoğraflarıyla avunduğum filme sonunda kavuştum. Hani uzun süredir kayıp köpeğine kavuşan bir çocuk düşünün. Ya da her zaman vitrinde izlediği ayakkabıya sahip olan bir kız… İşte bizimkisi de böyle bir kavuşma oldu. Sıkı sıkı sarıldık birbirimize. Filme dönecek olursak, film 150 milyon dolarlık bütçesiyle zaten kendini belli ediyordu. İzleyince gördük ki, yapımcı Spielberg ve yönetmen Michael Bay hakkını veren bir film yapmışlar.
Film Decepticon’lardan Blackout’un bir ABD üssüne saldırması ile başlıyor. İşte ilk Transformer’ı, ilk dönüşümü bu nefes kesen açılış sahnesinde görüyoruz. Blackout’un dönüşümü gerçekten çok güzel. Daha sonra başrollerdeki karakterlerimizi tanıyacağımız ve saldırı sonrası ABD’nin durumunu göreceğimiz bir yolculuğa çıkıyoruz. Daha sonra Sam’in Bumblebee ile tanışması ve diğerlerinin dünyaya düşmesini izliyoruz. Buradan itibaren serüven başlıyor. Bir yanda Otobot’lar, diğer yanda Decepticon’lar…
İki tarafın robotları çatışırken insan inanılmaz gaza geliyor. Soluksuz kovalamaca sahneleri, savaş anında bir anda form değiştiren robotlar çok estetik. Adamlar robotların tasarımına uğraşmışlar ve ortaya komplike, göz zevkimizi okşayan tasarımlar çıkmış. Robotların dönüşürken çıkardığı sesler çizgi filmiyle aynı. Savaşmak için yola çıkan otobotların otobanda arka arkaya dizilmesi tam da çizgi film ruhuna uygun. Hele Optimus Prime’ın “Otobotlar, dönüşün!” diye kükremesi tüylerimi diken diken etti. Zaten o kadar robot arasında zarafetle dikilen Optimus Prime’nin asaletine hayran kalmamak elde değil. Onun olduğu yerde insana bir güven duygusu geliyor.
Aslında film hakkında söyleyecek çok şey var, ama ben daha çok Transformer’lardan bahsetmek istedim. Mesela, filmin özellikle ilk yarısındaki gereksiz yere uzatılmış sahneler var. Ciddi ve takım elbiseli adamların, askerlerin oradan oraya koşuşturdukları, emirler yağdırdıkları sahneler tempoyu yerle bir ediyor. Tamam, hikayeyi destekleyen unsurlara ihtiyaç var, ama böyle bir çizgi film uyarlamasında çok fazla inandırıcılığa da gerek yok. Bu sahnelerde göze sokulurcasına, resmen bir gövde gösterisi olarak Amerika’nın nasıl da üstün, hızlı, akıllı vs. olduğu anlatılıp duruyor. Ne yapalım, gülü seven dikenine katlanır.
Bunun haricinde film insana deyim yerindeyse soluk aldırmıyor. Katıksız, saf aksiyon, tam da Bay’ın sevdiği şekilde, gözlerimize, dahası ruhlarımıza ziyafet çekiyor. Dikkatimi çeken bir diğer şey filmin mizah düzeyinin beklediğimden yukarılarda olmasıydı. Bazı sahneler gerçekten kahkahalara boğuyor. Filmin sonu ise beklediğim gibi, çizgi film ruhundan vazgeçmeden bitiyor. Tabi o kadarla sınırlı değil, muhtemelen bir devam filmi gelecek. (Şimdiden heyecanlandım!)
Film bittiğinde koltukta çakılı kalmış ben nemli gözlerle altı yaşımı, çocukluğumu düşündüm. Altı yaşındaki bir çocuğun hayallerini ve hiç sahip olamadığım, o şekil değiştiren kocaman oyuncakların reklamlarını (“İntertoy’dan!”) düşündüm. Bana bu 140 dakikalık katıksız aksiyonu, zevki, nostaljiyi yaşattığı için emeği geçenlere teşekkür etmekten başka bir şey yapamadım. O zaman: Haydi Transformer’lar, dönüşün!