Filmlerin orijinal isimlerinin Türkçe’ye farklı çevrilmesi konusu dikkatinizi çekiyor ise bu hafta da “Taken”in, aksiyon çağrışımı yapması amacı ile “96 Saat” olarak değiştirildiğini görebilirsiniz.
Türkiye’de, film seçimi konusunda izleyici çoğunluğunun öncelikli iki maddesi afiş ve isim olunca, her hafta en az iki film isim mutasyonuna uğrayıp düşüyor vizyona. Fakat “96 Saat”, isim değişikliğine uğramasına rağmen, ben dahil salondaki 3 kişi için perdeye yansıması dolayısı ile afişin daha ağır bastığını gösteriyor.
Aslında filmin künyesine bakılması yeterli. Senaryo yazarları ve yapımcıları arasında Luc Besson gibi bir ustanın bulunduğu “96 Saat” isimli filmin yönetmenliğini birçok filmde görüntü yönetmenliği yapan Pierre Morel üstleniyor.
Başrolde yine dünyanın en iyi yönetmenlerinin gözde oyuncusu Liam Neeson, “X – Men”den Famke Janssen ve şu aralar süren Lost ve oyuncuları rüzgârının dinmiş olanı Maggie Grace (tembel kız Shannon) var.
Konu kısaca ; eski bir ajan olan Bryan’ın ayrı olduğu eşinden olan 17 yaşındaki kızını Fransa merkezli bir seyahate türlü paranoyalarla göndermek istememesi ancak eski eşi ve kızının baskılarına dayanamayıp kıramaması sonrası Fransa’daki ilk saatlerinde kızı ile telefonda konuşurken kaçırılmasına şahit olması sonucu gelişen olaylar zinciri…
Kaçırma olayının perde arkasının kadın tüccarlığı olması ve işin içine uyuşturucunun da girecek olmasının belirtilmesi filmin ismini belirleme de başrol oynayarak “96 Saat” olmuş. Filmde “96 saatte kızını buldun buldun, bulamadın unut!” cümlesi geçtiği andan itibaren aksiyon başlıyor.
Ustaların ifade etmekten çekinmediği fakat farklılıklar olduğunun altını çizdiği “James Bond” ve “The Bourne” serilerinin benzeri bir aksiyon var. Baba rolündeki Bryan’ın eski bir ajan olması, teknolojiyi iyi derecede kullanması ve Amerika dışında geçen bir film olmasının bunda payı büyük. Birazda “Hostel Part 2” kokuyor film. Açık arttırma sahnesi ortak özellik, işkence – kadın tüccarlığı tek fark olarak nitelendirilebilir.
“Hostel Part 2”de Slovakya’nın arka mahallelerinden karelerin yarattığı gerginlik filme büyük bir artı getirmişti. “96 Saat”te ise Pierre Morel, gündüzleri Eiffel Kulesi görüntüleri klişesine yer vermeyerek daha çok Fransa mahallelerinde, geceleri ise 2004 yapımı “Colleteral” filminde zirve yapan kamera teknikleri ile büyükkent gece görüntülerini bu etkiyi vermesi için tercih ettiklerini belirtiyor.
Fransa’dan kareler güzel geliyor fakat dil konusunda senaryo ve kurguda bazı hataları görmezden gelmek mümkün değil, İngilizce – Fransızca – Arnavutça üçgeninde aksanda farklılıklar oluşabileceği fazlaca geri plana atılmış.
Ayrıca 25 yaşındaki eski bir “Lost” oyuncusu olan Maggie Grace’in elinden geleni yapmasına rağmen 17 yaşındaki bir kızı canlandıramaması söz konusu. Lost popülaritesinden faydalanma amacı açıkça belli oluyor.
Ülkemizde de sık sık haber bültenlerine konu olan hayat kadınlarının içinde bulunduğu duruma düşürülme öyküleri ile yaşadıklarını olay yerinde incelemek, bu pis işlerin bazı yerlerden yardım almadan olamayacağı mesajı, bunların arkasından gelen aksiyon ve yan yana duran eşinden ayrı baba ve kızı arasındaki ilişki filmin başarılı noktaları.
Ancak değinilmeden geçilemeyecek bir nokta var; Amerika’nın anlamsız savaş bölgelerinden manzaralar ve kahramanlıklar gibi bir malzemeyi kısa sürede tüketen Hollywood’un bu tarz filmlerde ülkeleri veya ırkları ön plana çıkarmasının yarattığı bıkkınlık duygusu. Fransa’da “bu iş için zemin”, Arnavutlarda “ticari pazarlama”, Araplarda “bakire düşkünlüğü” var mesajları yağıyor filmden.
Bu artılar ve eksiler bir teraziye konulunca film kıl payı ipi göğüslüyor. Bunda aksiyon sahnelerinin rolünün yanında görüntü yönetmenliğinden sağlam referanslı yönetmen Pierre Morel ile Liam Neeson’ ın üstün performansı, ilk göze çarpan unsurlar.
Zaten futbolda bir terim vardır; “Büyük takım kötü oynadığı maçları kazanmasını bilendir” derler… Film çıkışı aklıma gelen ilk cümle bu oldu. Sonuç olarak, aksiyon ve heyecan arayan izleyici tatmin olacaktır. Çünkü perdede ustalardan karışık bir aksiyon var.
Premier Grup