Savaşlar, yalnız onu yaşayanların değil, sonraki nesillerin de hayatında derin izler bırakıyor. Almanya\'dan İkinci Dünya Savaşı\'nı yeniden tartışan filmler çıktığı gibi, Rusya\'dan da Çeçen savaşı ile ilgili farklı yorumlar içeren yapıtlar izliyoruz. Üstelik Çeçen savaşı hâlâ sıcaklığını korumaktayken...
Şu ana kadar yaptığı filmlerle Fipresci ödülünü 3 kez kazanan ve bu filmle Altın Palmiye’ye aday olan \'Rus Hazine Sandığı\' nın yönetmeni Aleksandr Sokurov\'un İstanbul Film Festivali\'nde gösterildikten sonra, sinemalarda gösterime giren filmi “Aleksandra” bunlardan biri işte...
Film, torununu görmek için Çeçenistan\'a, Rus askerî üssünü ziyarete gelen yaşlı Aleksandra\'nın Rus askerleri ve Çeçen halkı ile ilişkisini anlatıyor. \'Baba ve Oğlu\', \'Anne ve Oğlu\' gibi derin filmlerinde aile ve sevgi kavramlarını öne çıkaran Sokurov, etrafın bomba ve tanktan geçilmediği \'Aleksandra\' da da bir torun ile nine arasındaki bağlılığı anlatıyor. Bir yandan gurbetteki Rus askerleri ile ilgilenen, bir yandan da pazardaki Çeçen kadınları ve gençleri kucaklayan Aleksandra; aynı toprakları paylaşan insanların, savaşın gölgesi altında dahi devam eden sevgisini gösteriyor.
Çeçen kadın, Aleksandra\'yı bombalardan yıkılmış sokaktaki evine götürdüğünde, kadınların akıllarından geçen yalnızca bir sıcak sohbet. Kadınlar -hele ki anneler- her zaman böyle değil midir? En zor durumlarda bile sevgileri tükenmez. Çeçen Malika’nın , Aleksandra\'ya “Erkekler düşman, ama biliyorum ki biz kardeşiz” demesi de bunun bir göstergesi zaten. Fakat savaş ortamı elbette kin soluyan insanları da barındırıyor. Yaşlı kadın üsse geri dönerken yolda ona eşlik eden Çeçen gencin kızgınlığı tam da bu durumu anlatıyor.
Sokurov’un alacakaranlık çekimleri ve tekinsiz kamera hareketleri Aleksandra’nın karakterine atfedilen bütün bu özelliklerle birleştiğinde, yaşlı kadının bulunduğu her sahne pusuda bekleyen görünmez bir tehlikenin varlığıyla tehdit edilir hale geliyor sanki. İlk başta Aleksandra’nın hayatını tehlikeye sokanın askeri üste sürekli var olan düşman tehdidi olduğu zannedilse de, Aleksandr Sokurov, ilerleyen dakikalarda bu kanıyı başarıyla tersine çeviriyor.
Yaşlı kadını ölüme götürecek tekinsiz bir yer olarak görülen askeri mekan, Sokurov’un akıllıca kurgusu ve başarılı karakter çatışmalarıyla tamamen konum değiştirip, Aleksandra’nın kadın kimliği tarafından tehdit edilir hale geliyor.Savaşa Alexandra’nın gözüyle bakmak da hayli ilginç olsa gerek… Sanki her dakika \'öldürmeyi bilen fakat doğurmayı bilmeyen\' erkeklerin dünyasına öfkeyle bakıyor ve bir Rus casusuymuş gibi etrafta geziniyor.
81 yaşındaki elli yıllık eski opera sanatçısı Galina Vishnevskaya belki de bu rol için biçilmiş kaftan. Gerek dış görünüşü gerekse mimik ve hareketleri bize torununu arayan bir nineyi canlandırdığını doğrulamaya yetiyor. Şimdiye kadar belki de ana teması müzik olmayan hiçbir tiyatro ya da benzeri sanatlarda boy göstermemesi onu biraz da tetikliyor bu rol için. Oyuncunun daha önce içinde bulunduğu “Boris Godounov”, “Katerina İzmailova”, “Yevgeni Onegin” gibi yapıtlar ya bir tiyatro eseri ya da bir opera…
Tıpkı Wong Kar Wai\'ın Norah Jones’a güvendiği gibi Sokurov da oyuncusuna güveniyor. Filmde Vishnevskaya dışındaki oyuncular da daha önce herhangi bir önemli yapıtta boy göstermeyen oyuncular. Bunların arasından bir tek \'Baba ve Oğlu\'nda oğul Aleksei’yi canlandıran Aleksei Nejmyshev öne çıkıyor.
Kimi sinema eleştirmenleri Vishnevskaya’nın bu rol için seçilmesini ve filmin odak noktasına oturtulmasını politik nedenlerden dolayı eleştiriyor ve filmde askerlerin kötülendiği de düşünülüp, “savaş askerlerin işi kadınların değil” gibi yargılar ortaya koyuyorlar.
İşte tam da burada, üstad Sokurov devreye giriyor tüm açık sözlülüğüyle. Hatırlayacağımız üzere Sokurov, festivalin onur konuğu olarak İstanbul\'a gelmişti. Boğaziçi Üniversitesi\'nde de bir ders veren yönetmen, savaşın kendisinden çok, savaş sonrası sulh döneminde tarafların birbirlerinin yüzlerine nasıl bakabildiğiyle ilgilendiğini söylemişti. Sanatın kendisine herşeyin bir sonu olduğunu hatırlattığını, ölüm gibi hislere dayanabilme gücü verdiğini anlatmıştı. Ve bu yüzden de hep şefkat ve sevgi konularını işlediğini...
Çünkü en dar zamanlarda yine işin içinden sevgi ile çıkmıyor mu insan? Aleksandr Sokurov’un neredeyse savaşta görünen mekanların kokusunu hissettiren canlı görüntülerle ve ustaca anlatımıyla şekillendirdiği bu unutulmaz sinema deneyiminin kaçırılmaması gerek. Hatta filmlere her zaman politik bakmaktansa, filmdeki karakterlerin özelliklerinden de biraz da ders çıkarmak gerekir bence...
İyi Seyirler...