Dört yaşından bu yana oyunculuk yapan Jodie Foster, çocuk oyuncu olarak yakaladığı başarısını, yetişkin çağında da tekrarlayabilen ender yeteneklerden biri. Dört kez Oscar ödülüne aday gösterilen ve iki kez de kazanan, Hollywood’da 42 yıllık kariyere sahip Foster hakkında fazla söze gerek yok aslında.
Bu hafta gösterime giren Nim’s Island/Macera Adası’nın starı Jodie Foster ile Premiere France tarafından gerçekleştirilen özel söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.
-Kadın oyuncuların çoğunda belli bir eğilim görüyoruz. Çocukları büyüyüp de sinemaya gidebilecek yaşa geldikten sonra birkaç tane aile-dostu filmde oynamaya soyunuyorlar. “Nim’s Island-Macera Adası” gibi aile-dostu bir macera komedi filminde oynama kararınızda artık çocuğunuzun büyümüş olmasının payı var mı?
-Hiç kuşkusuz kararımda bunun da etkisi olmuştur. Çocuklarımın sette benimle gerçek anlamda beraber oldukları ilk film bu oldu. Eskiden de sete gelirler ama sadece benimle yemek yerler çekimleri izlemezlerdi. Sonrasında ise nasıl bir filmde oynadığımı görmek için fragmanı beklerlerdi. Ancak bu filmde bana önerilen rolü de çok beğendim. Bugüne kadar hep acı çeken, korku hisseden, zor durumda kalan, yalnızlık çeken dramatik karakterleri canlandırdım.Hedef kitlesi çocuklar, genç insanlar ve onların aileleri olan bir komedi-macera filminde oynayınca bu durumun değişeceğini düşünmüştüm ama çekimler başladıktan sonra, oynadığım Alex karakterinin de benzer problemleri olduğunun farkına vardım. O da herşeyden korkuyordu ve çevresinden yalıtılmış şekilde yaşıyordu.
-Alex karakterinin bazı problemleri olmasına rağmen oynadığınız bu rolün komediye eğilim gösterdiğini görüyoruz. 1994’teki “Maverick”ten sonra hiç komedi yapmamıştınız. Neden?
-Gerçek yaşamımda son derece neşeli ve kaygısız bir yapım vardır. Filmlerimdeki ultra-ciddi imajımla uzaktan yakından alakam yoktur. Ancak buna rağmen beni en yakından tanıyan insanlar bile bu tarz bir filmde neden oynadığımı anlayamıyorlar… Doğrudur, insani boyutu olan dramalar beni daima daha fazla etkiler. Film kiralamak için video dükkanına gittiğimde de sadece drama filmi kiralarım. Komedilerin benim ilgi alanıma girdiği çok nadirdir.
-Bir önceki filminiz “The Brave One” Fransa’da karışık eleştiriler aldı?
-Yani herkes nefret etti demek istiyorsunuz! (kahkahalar)
-O kadar uç tepkiler bekliyor muydunuz?
-O filmimle ve aldığım risklerle gurur duyuyorum. Aynı anda hem entelektüel, hem de vahşi ve ilkel bir drama çalışmasıydı. Vahşi ve ilkel yönleri ağır basıyordu ki, sanırım insanları en fazla şok eden yanı o oldu. Kendi kendisinden nefret edecek boyuta gelmiş bir kadının portresini çizerken, bazı rahatsız edici duyguların da su yüzüne çıkması doğaldı.
-Yakın gelecekte yönetmenlik yapmak istiyor musunuz?
-Bence önemli olan filmler yapıyorum ama bunların montajında zorlanıyorum. Yakın geçmişte başka önceliklerim vardı. Çocuklarımı büyütmem gerekiyordu. Şimdi onlar yeterince büyüdüğüne göre yönetmenlik konusuna gerçek anlamda odaklanabilirim.
-Bir başka projeniz olan “Sugarland”in de başına gelmeyen kalmadı. Filmde “Taksi Şoförü”ndeki rol arkadaşınız Robert De Niro’nun da oynayacağı söyleniyordu ama sizin bunca popülaritenize rağmen proje bir türlü gerçekleşmedi. Neden?
-İnanılır gibi değil, değil mi? Ama ne yazık ki öyle oldu. Öncelikle Robert projeyi terk etti. Sosyal politikalar üzerine bir filmdi ama dünyamız o kadar hızlı değişiyor ki, bizim senaryomuz daha şimdiden eskidi.
-1970’lerde çekilen “Freaky Friday”in 2000’li yıllarda çekilen yeni versiyonunda sizin rolünüzü Lindsay Lohan oynadı. Lohan örneğinden yola çıkarak, günümüzün genç yıldızlarını nasıl görüyorsunuz? Siz 70’lerde büyüdüğünüz için memnun musunuz?
-O yıllar harikaydı! Bugünün paparazzilerinin kullandığı üstün teknolojiler o zaman yoktu. En aptalca şeyleri yapabildiğimiz halde hiç kimsenin ruhu bile duymuyordu. Ayrıca o yıllarda 16 yaşındaki bir oyuncu ne kadar popüler olursa olsun milyonlarca dolar almıyordu. Bugün artık hem genç oyunculara hem de yetişkin aktörlere verilen değer değişti. Onları dergi kapaklarına koyuyoruz, onları sürekli izliyoruz ve gözetliyoruz. Süngeri sıkabildiğimiz kadar sıkıyor, içinde su kalmayınca bir köşeye atıveriyoruz. Onların ne hissettiğinin hiçbir önemi yok, nasılsa kısa sürede yeni bir yıldız bulunur diyoruz.
-Oyuncu olmasaydınız ne iş yapmak isterdiniz?
-Sanırım yazar veya öğretmen olmak isterdim. Konuşmayı çok severim. Küçükken hep profesyonel bir konuşmacı olmak isterdim. Bunu anneme söylediğimde bana şu cevabı verirdi: “Harika, sen ileride Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olmalısın!”
-Genellikle erkekler için uygun olduğu düşünülen rollerin portresini çiziyorsunuz. Erkek aktörlerden araklamak istediğiniz roller var mı?
-Daniel Day-Lewis ve Sean Penn, bunlar benim favori aktörlerimdir. Problem ise onların çok çok iyi olması… Onlarla asla boy ölçüşemem!