Özcan Deniz: Benden Avatar mı bekliyorlar!

18.11.2013 11:41

Özcan Deniz, övgüler ve eleştiriler arasında sinema yolculuğuna devam ediyor. Üçüncü filmi 'Su ve Ateş' vizyonda. "Daha yolun başındayım" diyen Özcan Deniz ile filmden girdik ama daha çok erkeklik hallerini konuştuk.

 

Tam bir yıl önce ‘Evim Sensin’ vizyona girmişti. İki film arasındaki mesafe biraz kısa değil mi?

 

Bizim sektörde biraz işler böyle yürümek zorunda. Bir film için sadece tek yapımcı ortaya para koyuyorsa, o da parayı belli bir süre içinde geri almak zorunda. Bu nedenle çekim sürecini uzatamıyorsunuz. 5-6 hafta içinde bir filmi kurtarmak zorunda kalıyorsun. 8-10 haftalara çıktığında -gişede kapı, pencere de kırılsa- maliyeti kurtarmaz hale geliyor. 

 

Sizin elinizi bağlamıyor mu bu kadar hesap içinde film çekmek? 

 

Biz sadece iç pazara iş yaptığımız için bizim gişe beklentimiz 500 bin ile 1.5 milyon arasında. 500 binin altı ‘kötü’, 1.5 milyonun üstü ‘çok iyi’ demek. Bu aralıkta bir filmden kazandığın para belli. Bir dahaki filme girebilmek için o filmi 2 milyon liraya çıkarman lazım. Eğer bunu 3-4 milyon liraya çıkartırsan o zaman seyirci beklentin de yükseliyor. 2.5 milyon yapman lazım. Bu da çok yüksek rakam. O zaman bir sonraki film için yeniden para arayışı başlıyor. 

 

Hikâye ne zaman oluştu? 

 

Hikâye uzun süredir var aklımda. Ama son bir yıldır sadece bunu çalışıyorum. Ankaralı bir dostumun hikâyesi. Bir aşiret evliliği yapmıştı. Ondan ilham alarak yazdım. Ama “Bu kadar feodal bir hikâye sinemada neden çekici gelsin insanlara” sorusu vardı kafamda. Çünkü televizyonda defalarca çekildi. Sonra deneyim kazandıkça ve yurtdışında film çekebilme cesaretini buldukça hikâye kafamda şekillenmeye başladı. 

 

Sizin kökleriniz de aşirete dayanıyor. Gerçi siz çok bunu yaşamadınız sanırım. 

 

Evet, birebir yaşamadım ama çok şahit olduğum bir durum. Filmdeki Fadile Ana karakteri, irade ve güç olarak benim anneannem aslında. Koca aşireti yıllarca idare etmiş bir kadındı. Bizim aşiretin çok üyesi vardır bu güce ve etkiye sahip. Birebir içinde büyüdüğüm bir dünya olmasa da efsaneleşmiş çok isim vardır. Hatta benim oynadığı Haşmet karakteri, Selahattin Dayım vardı 68 yılında Ankara ’da vurularak öldürülmüş. Ailemin bana anlattıklarından yola çıkarak biraz onun yapısını, sakinliğini, şıklığını taklit ettim. 

 

Filmde sizin canlandırdığınız karakter kendi dünyasına ait olmayan bir kadına âşık olduğunda içinde bulunduğu kültürel kodlardan hızla uzaklaşıyor. Sanki içinden çıktığı o sert dünyadan onun çekip çıkarmasını istiyor gibi. Biraz sizden de özellikler taşıyor mu? 

 

Bilinçaltımın bir yansıması olabilir. Bunu hesaplamadım ama sen söyledikçe örtüşüyor. Haşmet’e dayatılan bir kimlik var ve aslında bunu reddetmek istiyor. Ama bunu resmen ortaya koyamıyor. Daha sonra bir kadınla tanışıyor ve o kadın ona başka bir kimlik veriyor. Sonradan görüyoruz ki kadının ona verdiği kimlik Haşmet’in kendisi. Sonraki bütün hayatını o kimlik üzerinden kuruyor. Yani bir anlamda kendini buluyor. Hayat da öyle. Bazıları bana belden aşağı vurmaya çalıştığında direkt geçmişime göz gezdiriyor. O zaman oluşum aşamasında şartları göz önünde bulundurmuyorlar. Bize dayatılan bir dünya var. Yapımcısı var bu işin. Müzik sektöründe kendi başına kararlar verme şansın çok zayıf. Seni giydiren, yönlendiren insanlar var ve sen de çocuksun. Kendi iradeni kullanamıyorsun. Sonra kullandığın bir gün geliyor. Kimliğinle kendini ortaya koymaya başlıyorsun. Asıl kimliğin o. Olgunlaştığın zaman, kendi kararlarını vermeye başladığın zaman yaptığın şeyden sorumlusun. Şu anda da onu yaşıyorum ben. 

 

Haşmet bu yükün altında bir bedel ödüyor. Özcan Deniz ödedi mi? 

 

Hâlâ ödüyorum. (Gülüyor). Psikolojik olarak, fiziksel olarak çok yorduğu zamanlar oldu. Bu filmin üstüne, sizin ‘sinemacı’ diye tanıdığınız herhangi bir ismin yazılmış olması hepinizi daha fazla ve farklı etkiler. Benim adımın yazıyor olması daha farklı etkiliyor, aynı film olmasına rağmen. Bu psikolojiyle savaşıyorum. Bu zor bir yolculuk. Ama artık herkes her türlü gelişmeyi takip ediyor. Bu yüzden biraz daha işimin kolay olduğu bir döneme giriyorum galiba. Bir de bu saatten sonra artık önyargılı olanlarla biraz barışmamız gerekiyor. Çünkü daha ne yapmam gerekiyor, onu bilmiyorum. Örneğin filmi öngösterimde izleyenlerden birisi bir tweet atmış, övmüş mü yermiş mi anlamadım, şöyle demiş: “Özcan Deniz’in filmini izlemeye gittik, tam da beklediğimiz gibiydi. Ne bekliyorduk ki!” Ben de gerçekten merak ediyorum, Avatar’ı çekebileceğimi bekliyordu da bununla mı karşılaştı? Ya da neyi bekliyordu? Beklentinin ne olduğunun ben de farkında değilim. Bunları dışarda bırakıyorum ama yapabildiğimi ve öğrenebildiğimi biliyorum. 

 

Filmlerinizde hep güçlü imajları olan, auralarından geçilmeyen erkek karakterler oluyor. Erkek karakterler neden hep böyle? 

 

Bu benim çok hesapladığım bir şey değil. Belki bu da bilinçaltımın bir yansıması. “Ben böyleyim, karakter de böyle olsun” diye hesaplamıyorum. Ama ben genel olarak güçlü karakteri seviyorum. Bu gücü nereden anlarız? Onu çaresizliğin içine atmamız lazım. Oradaki performansından anlarız. Sonuçta bir erkeğim, yazarken de erkek karakterini yazıyorum. Ama kadın karakterlere yeterince önem vermediğim söylenemez. Özellikle ‘Ya Sonra’da günümüzün çağdaş kadınlarının duruşunun bir yansıması vardır. Buradaki kadın da gerektiğinde yalnız kalmayı göze alıyor. Öte yandan bizim kadınlarımız var, adamlarımız böyle. Ben Türkiye ’ye bu filmi satıyorsam, film bu. Türkiye’de yaşayan karakterlerin olaylar karşısındaki duruşu böyle. 

 

Filmden sanki “Bu ülkede erkek olmak da zor” sonucu çıkmıyor mu? 

 

Türkiye’de erkeklere “Erkek gibi ol, adam gibi ol, soğan erkeği olma” gibi baskı çok var. Bu baskı bazen erkeği sürekli kendini ispat etmeye zorluyor. Bu da bir sürü ironinin içine itiyor onu. Mesela dışarıda karısına laf söylendiğinde adamı vurup otuz yıl hapis yatar. Aynı kadın evde yemek yapmadığında döver. Şimdi bu kadın, uğrunda 30 yıl yatılacak bir kadın mı yoksa tersi mi? Çünkü adamın kafası karışık, sürekli erkekliğini ispatlamak zorunda. 

 

İnsan bir noktadan sonra bu kodları sahiplenip devam etmekle bununla mücadele etmek arasında kalmıyor mu? 

 

Dünya değişiyor. Mücadele etme şekilleri de öyle. Hiçbir zaman bana öğretilenlerden çok uzak bir hayat yaşamadım. Bunlar biraz da genetik kodlar gibi. Biriyle hesaplaşırken ya da iş yaparken aldığın cesaret bu öğretilerle alakalı. Ama bazen reaksiyon göstermeye başladığım zamanlarda kendimi güncellediğimi düşünüyorum. O eski davranış biçimlerinin çok da makbul olmadığını, öyle bir dünyada yaşamadığımı düşünüyorum. Artık daha akılcıl bir duruş sergilemek zorunda olduğumu düşünüyorum. 

 

‘Evim sensin’ ile ilgili röportaj yaparken, “Henüz ilk filmimi çektim diyemem” demiştiniz. Artık bunu söyleyebilir misiniz? 

 

Öncelikle ‘Evim Sensin’ bütünüyle benim değildi. O yorumladığım bir film. ‘Ya Sonra’ ise ilk deneyimimdi. Şimdi çok arkasında duracağım bir film var. Ama bir sonrakinde de aynı şeyi söyleyebilmeliyim. 

 

Sinemamın adını koymak için henüz erken

 

 

Üç film de merkezine aşkı alan yapımlar. Bu tablonun dışında başka türlü bir hikâye olacak mı? 

 

Şu an erken. Çünkü daha üçüncü filmimi çektim. Oyuncu olarak daha uzun ama bu kadar kısa bir yönetmenlik kariyerinin içinde hemen deneysel işlere girmek yanlış. Daha olgunlaşmak lazım. Kafamda birçok hikâye ve film var. Bunları yapacağım zaman gelecek. Bir süre sonra onları hayata geçireceğim. Bunun için biraz daha birikime ve sinemayı kavramaya ihtiyacım var. 

 

İster istemez Yılmaz Güney akla geliyor. O da popüler bir kanaldan gelip daha sonra başka hikâyeler anlatmıştı. Sizin Yılmaz Güney’le ilişkiniz nasıl? Çünkü Türkiye’de sinemayla ilgilenen herkes açısından böyle bir ilişki var. 

 

Onun yolculuğunu önüme bir örnek olarak koymuyorum. Böyle bir etki ya da izlenim yaratma çabam da yok. Ama bu anlamda onun tek örnek olduğunu söyleyebilirim. Hem ülkenin sosyal yapısına hem de ana akım seyirciye hâkim bir sinemacıydı. Toplumun bütün katmanlarını yakından tanıyan bir yazardı aynı zamanda. Şu an yeni bir dünya var. Türkiye sinemasında yeni bir başlangıç var. Bizlerin yaptığı türden bir oluşum var. Bunu baştan reddetmemek lazım. Bunun nereye gideceği, nasıl bir finale ulaşacağını yıllar içinde göreceğiz. Bu yüzden benim sinemamı yorumlamak, adını koymak için çok erken. Bu iki-üç filmle olabilecek bir şey değil. Kendi içinde tutarlılık yakalamaya çalışıyorum. Kendi dilimi oluşturmaya çalışıyorum. Müzisyen kimliğimi her filme adapte etmeye çalışıyorum. Bütün bunların Bir Özcan Deniz imzasını ortaya çıkarması için uğraşıyorum. Ama iki-üç filmle olacak iş değil. Üç-beş film sonra belki sinemayla ilgili çok keskin cevaplar verebilirim. 

 

Yeni proje ne? 

 

‘Ya Sonra’nın devam filmini çekme kafasına girdik. Ufaktan çalışmalara başladık. Gelecek yıl çekip 2015 vizyonuna yetiştirmeye çalışacağız.