Sinema Benim Memleketim / Fatih Akın

15.04.2013 18:27
Sinema Benim Memleketim / Fatih Akın

Yönetmen Fatih Akın, sinema yaşamının ve bugüne dek çektiği tüm filmlerin öyküsünü, “Sinema, Benim Memleketim” adlı otobiyografik kitabında anlatıyor.

 

Duvara Karşı Fragman

 

Doğan Kitap’tan bugün raflardaki yerini alan kitapta Fatih Akın, Volker Behrens ve Michael Töteberg’in soruları eşliğinde sinema yaşamının ve bugüne dek çektiği tüm filmlerin öyküsünü anlatıyor.

 

Hamburg’da gurbetçi bir ailenin çocuğu olmasından, ilk gençlik yıllarında üyesi olduğu çetelere kadar özel yaşamı hakkında ilginç bilgiler içeren kitap, sinemaseverleri, ünlü bir yönetmenin kişisel dünyasında yolculuğa çıkarıyor. Ancak Fatih Akın bu yolculuğu sadece kişisel dünyasıyla sınırlamayıp çok sayıda filmden verdiği referanslarla çok daha geniş bir perspektife taşıyor. Akın anlattıklarıyla, sinemayı neden memleketi olarak algıladığına ışık tutuyor.


Çete üyesi dediğin…

Fatih Akın gençlik dönemini kitabında şu sözlerle anlatıyor; “Yasak olan her şey beni çekiyordu. Bunun dışında bir yerlere ‘ait olmak’ gerektiğine inanıyordum. Bir çeteye üye olmak insana güç duygusu veriyordu.” Akın, hikâyesine şöyle devam ediyor, “Hamburg’un suç oranı en yüksek sokağında oturuyorduk. ‘Türk Boys’ çetesine kabul edilmiştim, kısa deri bir ceket giyiyor ve saçlarıma bol bol jöle sürüyordum. Çete için acayip aykırı biriydim: ‘Hey kanka, sen hâlâ liseye gidiyorsun, annen de öğretmen’ diyorlardı. Çete üyeleri kütüphanede buluşuyordu, ben de iki farklı yaşam biçimini bir arada götürüyordum: Önce ödünç aldığım kitapları ustalıkla saklıyor, miyop olduğum için taktığım gözlüklerimi çıkarıyordum. Bir çete üyesi gözlük takmaz ve kitap okumazdı.”


Babama minnettarım

Akın’ın setteki disiplin ve çalışma yaşamına aşinalığı da ilk gençlik yıllarında yaşadığı tecrübelere dayanıyor: “12 yaşında, okul tatillerinde babamın yanında çalışmaya başladım ve 16 yaşına dek devam ettim. Sonra Grindel Sineması’nda kendime ilk işimi buldum, ama sonrasında sinemaya göre daha çok para kazanıldığından hep temizlik şirketinde çalıştım. 12 yaşındayken üretim bandında şişeleri etiketledim, 16 yaşında forklift kullandım, paketleyicilik de yaptım. Diğerleri tatillerde güzelce uyurken, ben sabah saat altıda fabrikada olmak zorundaydım. Ama bunun için babama minnettarım. Disiplinim ve çalışma yaşamına aşinalığım bugün sette bana çok yardımcı oluyor. Babam sert ve çok çalışkandı, ama aynı zamanda adildi. İyi bir yöneticiydi, ben de sette öyle olmaya çalışıyorum...”


“Kısa ve Acısız”ı din dersinde yazdım

“Televizyondaki polisiye dizilerinin 'Nöbetçi Türk'ü olmayı daha fazla istemediğimden, kendi kendime 'Sylvester Stallone’un Rocky’de (1976) yaptığı gibi, kendine bir başrol yaz' dedim. ‘Kısa ve Acısız’ın ilk metnini birkaç günde el yazısıyla okulda, özellikle din dersinde yazdım. Doğal olarak sınıfta kaldım. Bugün okuyunca, ilk metnin çok acemice ve çocukça yazıldığını görüyorum. Okuldan bir kız arkadaşımın bilgisayarı vardı. 90’lı yılların başında henüz herkesin bilgisayarı yoktu. Ona, el yazısıyla yazdığım kitabımı bilgisayara aktarabilir mi diye sordum. 50 mark karşılığında yaptı. Böylece ilk senaryom ortaya çıkmış oldu.”


Kitaptan bir bölüm...

Çekimlerin ilk haftasında nasıl bir çılgınlığa kalkışmış olduğumu anladım. Maceo Parker’ın “Fabrika”daki konseri sırasında çekim yapıyorduk. Ses kontrolünü çift kamerayla kaydettik. Konser başlayınca, insanlar evlerine gidinceye dek ekip halinde beklemeye çekildik. Mehmet Kurtuluş aslında Birol’a göz kulak olmakla görevlendirilmişti. Aklından neler geçti, bilmiyorum, belki de Birol’u sakinleştirmek istiyordu, her neyse, ikisi birden sarhoş olmuştu. Daha sonra, yeniden çekim yapmak istediğimizde, Birol kendisine verilecek herhangi bir talimatı izleyecek durumda değildi. Onunla ve eve giden izleyicilerle bir sahne daha çekmek zorundaydık. Bunlar ücretli figüranlar değildi, buna paramız yetmiyordu, bu yüzden gerçek kişilerle çekmek istedik. Ancak tekrar çekimi için başa dönmeyi de talep edemezsin – ya şimdi çekersin ya da asla! Birol sabah giydiği tişörtü üzerine geçirmeyi reddediyordu, süreklilik falanmış, adam sen de!

 

Solino’da çekim süreci çok güzeldi, bunun sonucunda eli yüzü düzgün bir film ortaya çıktı. Pek sıkıntı çekmedim. Burada durum tam tersiydi: Boğazımıza kadar sıkıntıya gömüldük, duygusal bir deprem bölgesinin ortasında kaldık. Birol Ünel zor bir kişilikti, Sibel Kekilli’nin deneme çekimleri pek de umut verici değildi. Yapımcılar ikisini de istemiyorlardı.

 

Zor insanlara karşı her zaman bir zafiyetim vardı. Bu film içtenlik ve kendini yok etme üzerineydi, senaryoyu Birol Ünel için yazmıştım. Wüste Film, filmi kesinlikle onunla çekmek istemiyordu. Birol’un sağı solu belli olmaz diye adı çıkmıştı ve halihazırda bir yapım şirketini batırmıştı. Ralph ve Stefan bana eğer filmde oynarsa yol açacağı her zararı karşılamak zorunda olacağımı söylediler. Birol ya çekimlerin yarısından sonra bir daha gelmezse ne yapardım? Sırtımda bir milyon avroluk borçla evimin yolunu mu tutacaktım?


“Bir köprünün üzerinde duruyorum ve hiçbir yere ait değilim.”

 

(medyatava ve Milliyet’ten derlenmiştir)