2012’nin en merakla beklenen filmi Cloud Atlas, üzülerek belirtmeliyiz ki tam bir sirk yeri. Filmin Razzie ödüllerinde önü açık görünüyor.
Büyük filmlerin yönetmenlerinin büyük filmlerle dönmeleri beklenir. Serinin son iki filminin başarısız girişimler olduğunu hesaba katarsak, 1999 tarihli The Matrix’ten beri Wachowskiler’den bu beklentiyi karşılayacak bir film izlemedik. Ne zaman ki Cloud Atlas’ın uzun fragmanıyla dünya çapında bir sarsıntıya neden oldular, işte o zaman bir kez daha gündeme oturdular. Ünlü Alman yönetmen Tom Tykwer ile birlikte çalıştıkları bu dev projenin beklentileri karşılayıp karşılamaması, filmden tam olarak ne beklediğinize ve daha da önemlisi ne kadarını kaldırabileceğinize göre değişiyor. Toronto Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan film, tahmin edildiği gibi salonları tıka basa doldurdu, hatta halk gösteriminde ayakta alkışlandı. Ancak bu tür anekdotların beklentinizi daha da yükseltmesine izin vermeyin, kaybeden siz olursunuz. Bizden söylemesi.
Kağıt üzerinde kimilerine iyi duruyor gibi gelse de, pratikte felakete giden yolun izlerini takip eden “parlak” bir fikir var ortada: Farklı zaman dilimlerinde geçen ve paralel olarak anlatılan altı hikayede; bazen yaşları, bazen cinsiyetleri ve her seferinde fiziksel özellikleri değiştirmek suretiyle temel olarak aynı oyuncuları kullanma fikri. Böyle uçuk bir işe kalkışırken iki kritik noktayı göz önünde bulundurmak zorundasınız: İlk olarak seyircinin yüzlerini ezbere bildiği oyuncularla çalışmak, zaten çok zor ulaşacağınız inandırıcılığı iyice ulaşılmaz kılar. Bu bağlamda, -tıpkı Nicolas Cage gibi- uzun zamandır perdede her belirdiğinde Tom Hanks olduğunu bir an bile unutturamayan Tom Hanks ve yüzünü hayli eskiten Halle Berry’nin bir arada sunulduğu bir menüyü kabul etmek mümkün değil. İkinci olarak aynı oyuncuları farklı karakterleri canlandırırken izleyeceksek, makyaj çalışmasının çığır açıcı olması gerekiyor. Ne yazık ki, nedendir bilinmez, Cloud Atlas’ın en başarısız olduğu konulardan biri de makyaj. Örneğin, Hanks’in burnunun üzerine eklenen ve eklem yeri apaçık ortada olan bir ikinci burun, onu kötü adam olarak benimsememizi gerektiriyor. Tıpkı Güney Koreli Bae Doona’nın saçlarını kızıla boyayıp yüzüne çiller ekleyince, bir İngiliz hanımefendisine dönüştüğüne inanmak zorunda olduğumuz gibi. Hal böyle olunca, sadece hikayelere değil filme de bütünüyle yabancılaşmak kaçınılmaz.
Hikayelerin yönetmenliğini kendi aralarında paylaşan Tykwer ve Wachowskiler, temel olarak aynı “insani” mesajı vermeye çalışsa da, hikayeler arasındaki keskin ton farklılıkları filme adapte olmayı zorlaştıran faktörlerden bir diğeri. Uzak gelecekte geçen bir öyküde tam bilimkurgu tadı almaya başlarken, bir anda günümüzde geçen başka bir öyküde komedinin kucağına fırlatılıyoruz. Tam trajik bir aşk öyküsü izlerken, tepetaklak kıyamet sonrası dünyaya yollanıyoruz. Böyle bir akışa uyum sağlamak mümkün değil. Özellikle de hikayelerin her biri mümkün olabilecek en yüzeysel noktaya saplanıp kalırken. Film, genel olarak “Doğru olanı yapın, hatalarınızdan ders alın, taşın altına elinizi koyun” diyor. Zamanın akışı içinde bütün eylemlerimizin birbiriyle bağlantılı olduğu ve birbirini etkilediği vurgulanıyor. Bu mesajın naif duygusallığı ve sinir bozucu yüzeyselliği, filmin sözde görkemini kaldıracak gibi değil. Cloud Atlas’ın en büyük sorunlarından biri de bu.
Film kendini fazlasıyla ciddiye mi alıyor, yoksa yer yer kendisiyle dalga mı geçiyor, asla emin olamıyorsunuz. Bu tutarsızlık, bir süre sonra hikayelerin nasıl noktalanacağı yönündeki hafif merak duygusunu da tuzla buz ediyor. Cloud Atlas’ı sevmek için karakterlerin en azından birkaçının akıbetini umursamak şart, ancak her delikten bir Tom Hanks-Halle Berry uyuşmazlığı, Jim Sturgess kahramanlığı ve basmakalıp Hugo Weaving kötü niyeti çıkarken, bu pek kolay bir iş değil.
Bütün bunlara rağmen, filmi olduğu gibi kabul edip bağrına basacak bir kitlenin varlığını inkar edemeyiz. Bu bir “Ya sev ya nefret et” filmi olduğu için, keskin şekilde ikiye ayrılacak taraflardan hangisinin ağır basacağını zaman gösterecek. Ancak filmin Oscar sezonunda öne çıkacağını düşünmek hata olur. Ödül namına Cloud Atlas’ın tek alacağı, Razzie olabilir. Filmin yönetmenleri için ne anlam ifade ettiğine gelince; Tykwer, bu delilik içinde kendini kaybetse de bir sonraki solo filminde eski düzeyini yakalayacaktır. En kötü senaryo, alkışlardan cesaret alan Wachowskiler’in daha beterleriyle gündemi meşgul etmesi olur herhalde.