İrlandalı oyun yazarı Enda Walsh’ın, Japon korku üstadı Hideo Nakata ile İngitere’de buluşması Chatroom Filmekimi’nden sonra vizyonda. Walsh’un aynı adla 2005’te sahneye koyduğu oyun, internet üzerine söyleyecekleri olan, sanal arkadaşlıkların ve sohbetlerin bir dönem ana mecrası olan chat üzerine çıkarımlarla dolu. Tabii üzerine artık, başta Facebook ve Twitter olmak üzere bir çok yeni alanlar geldiğini de düşünürsek daha ilk baştan zamanın gerisinde bir senaryoya sahip film var karşımızda. Teknolojinin hızlı değişimini de eklersek, zamanında tiyatroda büyük etki yaratmış olabilir ama beyazperde de biraz modası geçmiş.
Walsh demişken, bunun üçüncü uyarlama olduğunu ekleyelim. 2001 yapımı “Disco Pigs” pek dikkat çekmese de, 2008 yapımı “Hunger” ödüllere boğulmuş, çok ses getirmişti. Hideo Nakata içinse “Halka” serisi demek yeterli olur sanırım. “Karanlık Sular”ı da eklemeden geçmeyelim. İşin için Hideo Nakata olunca sağlam bir korku gerilim beklentisi oluştuğu muhakkak. Baştan söyleyelim böyle bir durum söz konusu değil. Karşımızda dram yönü ağır basan, az çok gerilime meyleden finalinde de aksiyona bel bağlayan bir film var.
Yazar annesiyle arasında ne sorun olduğunu bilmediğimiz asosyal William, arkadaşları tarafından hor görülen Eva, ailesinin ona çizdiği sıradan gelecekten mutsuz olan Emily, en yakın arkadaşının 11 yaşındaki kızkardeşine aşık olan Mo ve babası tarafından terkedilmiş utangaç çocuk Jim’in yolları William’ın açtığı Chelsea Gençleri adlı sohbet odasında kesişir. İkinci planda kalmış olduğunu düşünen William beşlinin ortak noktasını yakalar ve ailelere başkaldırmak ilk manifestoları olarak ortaya çıkar. William’ın intihar takıntısı devreye girdiğinde de mesaj verilmeye başlanır. Sanal arkadaş, seni her an herşeye itebilir.Aman sakın bu tuzaklara düşme
Filme adını veren Ölüm Odası’da bu süreci işliyor tam olarak. İnternet başındaki beşlimizin odalardaki sohbetleri, otel odası olarak görselleştirilmiş. Canlı renklerle kullanılan, insanlarla dolu sanal dünya yaratılmış ki başarılı… Gerçek dünya da ise renk tercihleri daha donuk ve cansız. Nakata iki dünya arasındaki ayrımı renkler yoluyla yapıyor ve bir nebze başarılı oluyor. Ama bu iki dünya arası bol geçiş, bu canlı renklerin koca bir boşlukta beş kişiyi bir araya getirmesi filmin temposunu da düşürüyor. Bu nedenle film hayli ağır ilerliyor ve bir türlü beklenen etkiyi veremiyor.
William’ın intihar saplantısını herkese azmettirme fantazisi ise oyuncunun karizmatikliğine emanet gibi. Filmin etkisini azaltan en büyük etkende bu oluyor. Beşlimiz, ilk anda ne kadar tanıyorsak o… Yüzlerine zoom yapmak yerine, karakterlerine zoom yapılabilse daha etkili olabilecek film, bu yüzden hiçbir ilerleme kaydedemiyor.
Karakterlerin karikatürize kalması sebebiyle aralarındaki bağda şekillenemeyince, tek beklenti doğal olarak iyi bir finale kalıyor. Orda da devreye Nakata giriyor. Finale doğru gerilimi körükleyeceğine, gereksiz bir aksiyona bel bağlıyor ve hayli klişe bir final yaparak filmin tekdüzeliğine son çiviyi çakmış oluyor.
Künyesinde umut vaadeden filmin diğer isimleriyse fiziğiyle dikkat çeken Imogen Poots, filmi sırtlayan Aaron Johnson, diğer sırtlayıcı Matthew Beard… Mo rolünde ise dizi izleyicileri için hayli tanıdık bir yüz var. Skins ve Psychoville başta olmak üzere birçok İngiliz dizisinde yer alan Daniel Kaluuya.
Sanal ile gerçek dünyayı nasıl ayıracağı konusunda doğru seçim yapan Ölüm Odası, derinleştirilebilecek senaryosunu bir çırpıda harcayan, gerilim dram aksiyon derken yaşadığı kararsızlıkla da mesajı güme giden sıradan bir deneme…