1993 yılında, Speilberg in unutulmaz başyapıtında, Oscar Shindler adıyla 1100 yahudinin hayatını kurtarmak için büyük mücadele veriyordu Liam Neeson. Oyunculuk hayatının o ana kadarki en iyi perfomansını sergilemişti o yapımda (belki de hala öyle). Aradan 18 yıl geçti ve Liam Neeson yine Berlin sokaklarında. Bu sefer kendi hayatını geri almak için savaş veriyor.
Konferans için gittiğiniz bir ülkede, geçirdiği bir trafik kazası sonrası komadan çıkıyorsunuz ve başka birisi yerinize geçmiş, karınız bile sizi tanımıyor. Üzerinizde kimlik yok ve tek başınızasınız. Bu durumda ne yapardınız? Gerçekten ürkütücü ve ümitsiz bir durum. Dr. Martin Harris bu koşullar altında, bir yandan (kendisinin bile bir ara şüpheye düştüğü) kimliğini ispat etmeye çalışırken bir yandan da ona neden böyle bir komplo kurulduğunu öğrenmeye çalışıyor.
Sürprizli senaryoları seven yönetmenimiz, yine gizemli ve merak uyandırıcı bir yapım ile karşımızda. Mumya Evi her ne kadar vasatın altında kalmış olsa da, Jaume Collet-Serra, Evdeki Düşman ile izleyicilerden takdir görmüştü. Bu filmde de vasatın üzerinde ve sürekleyici bir kurgu sunuyor bizlere.
Bazı sinemaseverler, senaryonun Bourne Identity filmini biraz andırdığını düşünebilir. Belki haksız da sayılmazlar. Ancak travma veya kaza sonucu hafızasını yitiren, ya da hayatının akışı tamamı ile değişen başrol oyuncuları yıllardır birçok filme konu olmuştur. O yüzden senaryonun sıradışı veya çok orijinal olmamasına fazla takılmamak gerek derim. Bundan ziyade, bu tip gizemin sonradan çözüldüğü, sonu sürprizli, bir nevi \"hmmm, demek böyleymiş!\" dedirten yapımlarda, ilk dikkat ettiğim şey, filmin sonunda ortaya çıkan gerçeğin, o ana kadarki kurgu ve sahnelerle ile uyumlu olup olmadığı olur genelde. Bu bağlamda, birkaç ufak kurgu hatası dışında, \"nasıl yani?\" sorularının çoğuna tutarlı bir cevap bulabiliyorsunuz. Bir başka deyişle, ciddi bir senaryo boşluğu görünmüyor.
Birçok Hollywood yönetmeni, Amerika dışındaki bir coğrafyada geçen filmlerinde, o bölgeyle ilgili detaylı sosyal ve kültürel araştırma yapma zahmetine girmezler. Hatta bazen sahneler bariz bir şekilde eksik veya yanlış resmedildiği için, ya komik bir görüntü ortaya çıkar, ya da söz konusu bölgede yaşayan insanlar filmi izlediklerinde hayal kırıklığına uğrarlar (Cumhuriyetin ilanından çok sonra bile Türkleri hala fesli olarak gösteren filmler gibi). Yönetmenimiz ise (belki Avrupa’lı olmasından dolayı konuya daha vakıf olabilir), Berlin’de çok sayıda Türk’ün yaşadığını ve başlıca mesleklerden birinin taksi şöförlüğü olduğu detayını es geçmemiş. Bu durumu da doğru yerlerde, abartıya kaçmadan ve doğal bir şekilde sunmayı başarmış. Bu da filmle ilgili hoş ve gülümsetici bir ayrıntı olarak göze çarpıyor.
Liam Neeson filmde yine tatmin edici bir oyunculuk ile karşımızda. Dr Harris’e yardım eden genç kadın rolü ile, January Jones da kendisine başarıyla eşlik etmiş. Ancak her ne kadar yardımcı rollerde olsalar da, Diane Kruger ve Aidan Quinn’den daha canlı bir performans beklerdim.
Genel olarak, sürükleyici, aksiyon dozu yerinde, keyifle izlenebilecek bir yapım olarak nitelendirilebilir. Sürpriz sonları da seviyorsanız, “Kimliksiz”, sizin için tatminkar bir film olabilir. Herkese İyi seyirler...