Filmin vizyona giriş tarihini duyar duymaz ben de birçok sinema seyircisi gibi farklı ruh haletlerine büründüm ve meraktan çatlarcasına "Kabadayı"nın beyazperdeye yansıyıp, ruhumu farklı alemlere götürmesini bekledim. Beklentim , birçok Türk sinemaseverin beklentisi gibi yüksekti koltuğa oturduğumda… Yani Yavuz Turgul’un senaryosunu yazdığı ve Ömer Vargı’nın çektiği bir filme, Şener Şen gibi bir ustayı başrol koyduktan sonra beklentilerin yüksek olmaması absürd kaçıyor zaten…
Film daha önce işlenmiş bir konuyu öyle bir hale sokmuş ki; seyirci, çok sıradan diyerek başladığı seyire "bu da ne yaa" dedirten şaşırtıcı efektlerin tezahürüyle yanıt vermeye başladı. Oyuncuları kısa bir değerlendirmeye tabii tutacak olursak sınıfta kalan tek bir kişiyi görmemiz mümkün değil. Yani tüm oyuncular haklarını vermiş rollerinin. Genç yeteneklerimizden İsmail Hacıoğlu ve Aslı Tandoğan bile ustaların yanında ezilmemişler. Kenan İmirzalıoğlu’na her zamanki gibi, yine aynı noktadan eleştiriler gelecek biliyorum. "Neden sadece mafya rolünü oynuyor bu çocuk? Oyunculuğunu ispat edecekse travesti rolünde de oynasın da, görelim!" misalindeki gibi… Ben bu eleştirilere kendimi yorup açıklayıcı yönden cevap vermektense, sadece ama sadece Kabadayı’yı izleyin diyorum. Devran karakterini canlandıran İmirzalıoğlu’nun oyunculuğunu beğenmeyen bir otoritenin çıkacağını da zannetmiyorum.
Filmin hikayesinin farklılığına gelirsek.. Ali Osman (Şener Şen), eski dönemlerden kalma harbi bir kabadayı. Yani Ali Osman raconu kesti mi iş bitiyor. Ali Osman’ın ilk ve tek aşkı Afet’ten bir çocuğu var fakat bunu Afet ölüm döşeğinde iken öğreniyor. Ali Osman’ın çocuğu Murat(İsmail Hacıoğlu) bir barda sevgilisi Karaca(Aslı Tandoğan) ile birlikte çalışıyor .Yeni nesil mafyalardan Devran(Kenan İmirzalıoğlu) da Karaca’ya aşık. Doğal olarak da Murat’a karşı bir garez mevcut içinde. Olaylar karışık anlayacağınız. Filmin içine aşırı derecede figürasyon serpiştirilmesi, bir yerden sonra izleyicinin kafasını karıştırıyor ama bu karışıklık zevk veren cinsten.
Atlamadan geçemeyeceğim diğer bir husus da filmdeki eşcinsel ‘Sürmeli’ karakterini canlandıran Rasim Öztekin’in oyunculuğuna dair. Gerçekten fevkalade oynamış fakat bu "Eşcinsellerin de iyi yürekli, harbi adamları vardır!" mesajı keşke Kabadayı’ya da malzeme olmasaydı. Rahatsız edici argo ve erotizmden sonra üçüncü eksimizi de buna veriyoruz ne yazık ki!
Devran karakteri baştan aşağı sorgulama gerektiren bir karakter. Yani ilk başta gözünüze dünyanın en kötü insanı olarak gözüken bu karakter, ileride çocukluğuna indikçe gözünüzde masumlaşıyor ve Karaca’ya olan aşkının büyüklüğü ve sadakati, aklınızı bulandırıp gözlerinizi sulandırıyor. Devran’ın aşkının bu hüzünlü sonlanışında, Alper Gencer’in "Âh " adlı şiirinin son mısraları geldi aklıma: “ben desem küfür olur/sen desem deveran/sen desen ölürüm/ben desen feveran"… Bu mısralar ile Devran karakterinin hikayesinin garip bir şekilde uyuşması dikkatimi çekti Yavuz Turgul’un senaryoyu yazarken bu şiiri okuyup etkilendiği tezi de gittikçe kafamda sağlamlaşıyor. Zira Turgul’un Gencer’e olan sempatisi sanat çevreleri tarafından da bilinmekte…
Ali Osman’ın film içindeki unutma hastalığında abartıya kaçıldığı kanaatindeyim. Tıp bilimi ile uğraşan üstadlarımdan aldığım bilgiye göre bu kadar ironik hallere dönüştürücü bunalım hastalığı henüz bulunamamış.
Bar sahnesinin çekiminde 500, filmde ise toplam 1000 figüran görev almış. Filmin çekimlerinin 8 hafta gibi kısa bir sürede tamamlanması ise kolay iş yapıldığının göstergesi. Ne var ki Kabadayı, bu eksileri artılarıyla kapatıyor.
Kısacası ‘KABADAYI’ Türk sinema tarihinde yeni bir çığır açan "anlaşıldıkça anlaşılmayan" bir film. Yönetmeninden senaryosuna , oyuncularından figüranlarına kadar herkes gayet başarılı. Psikolojik hezeyana uğrayıp salondan ayrılmamanız için hiçbir sebep yok ortada. Seyircinin kafasına "Mafya ile kabadayılık arasındaki farkları” usta bir şekilde kazıyan, izlenmesi gereken frapan film.