James Cameron, Hollywood’un en çok aranan yapımcısı, yönetmenidir kuşkusuz. Sahip olduğu ismin marka değeri o sözü edilen futbol ligimizin değerinden fazla. Bunda yaptığı işlerin gişe hasılatının etkisi elbette çok büyük. Ve her projeyi onun adı ile duyurmak genel sinema izleyicisinde kesinlikle izlenmesi gereken film intibası uyandırıyor. Bunun gerçekleştiği bir diğer proje de Sanctum. James Cameron’ın yapımcısı olduğu film bu isim ile pazarlanınca ortaya müthiş bir pazarlama stratejisi çıkıyor ve gişede oldukça ses getiriyor. Lakin filmin tek güzel yanı müthiş sualtı görüntüleri olunca “Pazarlama yapılmış ama senaryo unutulmuş” şeklinde bir görüş oluyor filmden sonra.
Avusturalyalı sualtı kaşifi ve yönetmeni olan Andrew Wight’ın yazdığı hikayeden yola çıkılarak ve gerçek olaylardan esinlenerek (Filmin hemen başında inspired deniyor based on a true story yerine) yazılan senaryo o kadar kötü işlenmiş ki bu filmi boşverin; müthiş manzaralar, sualtı çekimleri istiyorsanız gidin müthiş ve çarpıcı bir belgesel olan The Cove’u izleyin veya usta yönetmen Werner Herzog’un Encounters at the End of The World belgeselini izleyin. Kabul etmek gerekir ki Sanctum 3 boyutlu yapısı ile müthiş bir görsel şölen. Ancak sadece bu kadar. Film tarihinin tüm klişelerini içinde barındıran film diyalogları ile de sürekli filmden kopmanıza sebep oluyor. Maceracı baba ve ondan uzakta durmak isteyen oğlu, zengin ve maceracı bir işadamı, onun çılgın kız arkadaşı, kendini ekip adına feda etmeye gönüllü yan karakterler, sürekli devam eden ve hiç bitmeyen aksilikler filmin iyice basitleşmesini sağlamış. Gerilim unsurunun 3 boyutlu sinemada en klişe kullanımı olan üstümüze üstümüze gelen tehlikeler ile bezeli bir film Sanctum. Filmin sonunu da hemen ilk sahnede vermesi sebebiyle hangi karakterlerin ne zaman öleceği üzerine bir tahmine başlamak da bir “Final Destination” serisinin yeni filmi gibi durmasına sebep olmuş filmin. Özellikle sorunlu gencimizin kötü oyunculuğu ve filmin apaçık sevilme olasılığını arttırmak için kullanılan Avusturalya aksanı ne görsel bırakıyor filmde ne de heyecan.
3 boyutlu filmlerin popüler ama kötü filmler olduğu kanısının değişmesi için belki de Dark Knight Rises’ı beklemek gerekiyor artık. Zira Sanctum da bu yaraya merhem olmuyor. Görsel şölen için izlenebilir ama başka da hiçbir şey beklenmemeli bu filmden. Yoksa karakterler ve onların klişeleri ile birlikte siz de klostrofobinizi ortaya çıkarabilecek dar mağaralarda boğulabilirsiniz.