Londra\'nın dış mahallelerinden birinde yaşayan Harry Brown\'ın son demlerinin hikayesi bu film. Açık konuşmak gerekirse filmin Gran Torino\'nun Londra versiyonu olduğunu söylemek çok da yanlış olmaz. Ancak ortada bir Michael Caine gerçeği varken bu film izlenmeyi kesinlikle hakediyor. Son dönem filmleri hariç Caine\'i çok fazla izlediğimi söyleyemem ancak bu yaşında onu bu kadar çıldırmış halde görmek güzel bir deneyimdi.
Harry Brown\'ın, sokak çetesi gençlere karşı verdiği savaşta sınırları ne kadar zorladığını izlerken göreceksiniz. Laf arası yapıp bir başka mevzuya girmeli önce: Bu yaşlı kurt mevzusu izlerken ayrı bir haz veriyor izleyene onu da belirtmeli. Örneğin Red\'de Helen Mirren\'ı elinde tam otomatik silahla saykoya bağlamış ateş ederken görmenin verdiği haz bu. Yada aynı filmde John Malkovich\'in Serious Sam oyununda kafasında bomba olup üstünüze koşan karakterler gibi bağırarak kameraya doğru koşması. Caine\'in nasihat veren uşak rolünden sıyrılıp, eline silah alıp savaşa dahil olmasını görmek insanı nedense mutlu ediyor. Zira bu geçişi filmde de direkt olarak görüyoruz. Kuzey İrlanda\'ya karşı savaşmış olduğunu öğrendiğimiz Harry Brown, satranç oynayacak hiçbir arkadaşı kalmayınca bu işte bir terslik var diyerek tek başına sokak çetelerinin karşısına dikiliyor. O müthiş İngiliz aksanı ile önce konuşuyor, sonra vuruyor Mr. Brown. Suça karşı isyan ediyor ama önce doğru yola girmeleri için de yardımcı olmaya çalışıyor. Yani içindeki amca hala daha yaşıyor ve yola getirmeye çalışıyor. Yola gelmeyenleri ise gözünü kırpmadan öldürüyor. Her ölümde biraz daha ölüme yaklaşıyor, her ölümde biraz daha huzur buluyor.
Karısıyla ilk tanıştığında astığı asker kıyafetini karısını kaybettikten sonra tekrar giymesi de bir metafor belki de. Erkeğin doğasında vahşiliğin yerini sevgiyle doldurması ve sevgisinin karşılıksız kalmasına gösterdiği tepki ile tekrardan şiddete yönelmesi var belki de Harry Brown\'ın gözlerindeki hüzünde. Kimi zaman öyle dahiyane öldürme taktikleri kullanıyor ki, bunu düşünecek olan insanın muhtemelen birkaç yüz kişiyi öldürmesi gereklidir. Örneğin bir olta taktiği var ki inanılmaz bir şekilde tongaya düşürüyor suçluları. İzledikten sonra hak vermemeniz imkan dahilinde değil. Polislere karşı savunması ise çok açık ve net: \"Ben İrlanda\'da da savaştım, ancak orada insanların bir amacı vardı. O amaç uğruna can alıyorlardı. Burada ise savaş sadece bir eğlence ve bunun sona ermesi gerek diyor.\" Polisin tamamen çaresiz kaldığı anlarda tek ayakta kalan yine kendisi oluyor bu yüzden de. Ancak tam burada duruyor film. Yani toplumsal sorgulamada daha ileriye gitmiyor. Basit ve net şekilde sadece üç taraflı bir savaş yaşanıyor. Ne polisin sorunlara geç cevap vermesi fazla gözönünde bulunuyor filmde ne de toplumsal sorunların sebebi. Sadece sorun veriliyor, sorunun çözümü ise Harry Brown oluyor.
Harry Brown, renkleri ile tam bir İngiltere filmi. Soğuk renkler hem dramı, hem de havayı başarılı bir şekilde verebiliyor izleyiciye. Kamera kullanımı da oldukça başarılı. Filmin durgun yapısının izleyiciyi uzaklaştırmaması için sabit kamera kullanımı neredeyse minimum seviyede. Donuk sahnelerdeki sürükleyicilik hissi çok yavaş da olsa kayan bir kamera açısı ile veriliyor. Müzik kullanımı da yerli yerinde olan filmin görüntü yönetmenliği konusundaki başarısı, filmin başarısına direkt katkı ediyor.
Fazla zorlama bir sona sahip olsa da izleyenin \"Neden izledim\" sorusuna verecek bir cevabının olduğu filmlerden Harry Brown. Cevap ise belli: Michael Caine. Yaşlı kurtun kısa sürede geçirdiği değişime tanık olmak için izlenebilecek ancak konu açısından beklentilerin minimumda tutulması gereken bir film Harry Brown.