Deneyimli yönetmen Michael Apted “THE CHRONICLES OF NARNIA: THE VOYAGE OF THE DAWN TREADER / NARNİA GÜNLÜKLERİ: ŞAFAK YILDIZI\'NIN YOLCULUĞU” adlı heyecan dolu duygusal maceranın yönetmeni olarak karşımıza çıkıyor. Serinin bu ayağında Pevensie kardeşler gizem ve büyü dolu dünyalarına dönüyorlar. Fakat bu sefer Narnia’nın içine değil, denizlerde eşi benzeri olmayan adalarda bir maceraya çıkıyorlar.
Georgie Henley ve Skandar Keynes, Lucy ve Edmund rollerinde geri dönüyorlar. Will Poulter aşırı itici kuzenleri Eustace rolünde, Ben Barnes de yine Caspian rolünde fakat bu sefer kral olarak karşımızda.
Yönetmen Mıchael Apted Queensland, Avustralya’daki sette C.S. Lewıs’in klasik serisi: “Narnia Günlükleri”nin üçüncü filmiyle ilgili görüşlerini aktarıyor…
S: Sizi bu filme çeken ne oldu?
C: “Başka bir büyük film yapma modundaydım. Bond filminden (THE WORLD IS NOT ENOUGH) sonra daha küçük çapta iki film ve belgeseller yaptım. Küçük filmler yapmak eğlenceli ve çok da bağımsız olabiliyorsunuz fakat insanlara bunları izletmek biraz zor. Ben de daha büyük bir şey yapmak istedim ve filmin konusundaki potansiyel hoşuma gitti. Hikayeye ciddi anlamda bir duygusal güç katmak istiyorlardı ve bu sefer aksiyon odaklı bir filmden daha uzak durmak istiyorlardı.”
S: ‘Narnia Günlükleri’ ile tanışıklığınız ne boyutta?
C: ”Pek aşina değildim. İnsanlar bana ‘çocukken okur muydun?’ diye soruyorlar. Ben büyürken henüz yazılmamışlardı. C.S. Lewis seriyi 50lere kadar yazmamış, bense İkinci Dünya Savaşı esnasında 1941’de doğmuşum, yani benim okuyabileceğim zamanlarda o daha kitaba başlamamış bile. Çocuklarımla beraber okudum fakat yine de ne olup bittiğini hatırlamak için baştan sona okumak zorundaydım; babalık sürecimin büyük bir kısmı olduğunu söyleyemem.
S: Yeniden okuduğunuzda bu kadar ilgi çekici bulduğunuz ne oldu?
C: “Üçüncü filmde dahil olan biri olarak benim için ilginç olan ne kadar çeşitli olduğuydu. Bir makineye girer gibi değildi. HARRY POTTER, JAMES BOND ya da diğerlerini göz önünde bulundurarak söylemiyorum ama bu filmlerde hali hazırda size sunulan bir üst yapı var ve siz de buna doğru ilerleyip parmak izinizi bırakıyorsunuz. Narnia’da ilk iki filme de bakarak tamamen farklı bir dünya var. başından başlama fırsatı verdi. Bu aynı zamanda bir zorluktu. Bir Bond filmi yaptım ve bununla halen zevkli yağlı bir makinaya dönüşüyorsunuz, fakat bu filmle ilgili özgün olan şey daha önceki bölümlerinden tamamen farklı bir hikayeyle ilerlemesiydi. Filmin genel hissiyatı büyülü bir macera olması ve duygularla yüklü olması ki beni ilgilendiren kısmı da bu. Büyük bir tuvalim var ama daha küçük ve duygusal bir hikaye anlatıyorum ve bu zorluk hoşuma gidiyor.”
S: Hikaye tam olarak neyden ibaret?
C: “Hikaye bir yolculuk. Çocukların seyahatinde beni etkileyen, farklı arayışlarla değişik adalara gitmeleri oldu. Bunların hepsinin neyle ilgili olduğunu düşündüm? Hristiyan kilisesinde büyüdüm. Maneviyatı olan birisiyim ama Hristiyan değilim ve bana öyle geldi ki bu da maneviyatla ve dahası yetişkinliği bulup çocukluğu aşma, yaptığın şeyin sorumluluğunu almayla ilgili bir hikayeydi. Beni çeken bu oldu. Uyarlaması zor bir kitap ve doğru şekilde yapmak çok zaman alıyor çünkü olay üzerine olay, olay üzerine olay oluyor. Bir çocuğa okuyorsanız mükemmel çünkü bir bölümünü okuyup diğer bölümünü ertesi geceye bırakabilirsiniz. Ama bir film olunca bu işinize yaramıyor. Filmde bir omurga ve enerji olmak zorunda, sizi sahneden sahneye sürükleyecek ve kitapta bulamayacağınız bir şey. O yüzden gerçekten yaratıcı olmak durumundaydık ve açıkçası yaptığımız C.S. Lewis’in bu kitapla ‘The Silver Chair’ arasında gözden kaçırdığını çalmak oldu. Hikayede anlatma gereği duymadığı ama hikayenin ana elementi olan bir öğe var; biz de bunu alıp ŞAFAK YILDIZI’nda kullandık.”
S: Dramatize ettiğiniz öğe ne oldu?
C: “Bu kitap ve sonraki arasında Kaspiyan’ın hayatı neredeyse geçmiş durumda. Artık yaşlı biri ve Şafak Yıldızı’nın Yıldız Kızı ile evli. Bir oğulları var ve ‘The Silver Chair’de olan şey, Beyaz Cadı tarafından yönetilen yeraltı dünyasında büyük kumpasların döndüğü ve Narnia’yı içten fethedip Kaspiyan’ın oğlunu rehine almaya çalıştıkları. Ülke halkını temelde çok şey değişmeyeceğine ikna edip alttan alta herşeyin Beyaz Cadı tarafından yönetilmesini sağlamak.Bunların hepsi ‘The Silver Chair’da oldu bittiye getiriliyor, o yüzden biz de bunlar üzerinde durmaya karar verdik; Beyaz Cadı’nın varlığı ve Narnia’ya yönelttiği ciddi tehditler-bunların ne olduğunu kimse tam olarak ifade edemese de. Neden Şfak Yıldızı ile yolculuk ettiklerine dair bir açılım getirdik ve bu da filme bir hareket kazandırdı. Böylece bu dünyayı hiç görmemiş olduk ve bu da sonraki filmde olacaklara dair hiçbir ipucu açığa çıkarmamış oldu. Tabii yine de tehlikenin yaklaştığının sinyallerini görebiliyoruz ve belanın gelecek nesiller boyunca kalıcı olabileceğini de. Filmi sürükleyen mekanizmanın bu olduğuna inanıyorum; bir yandan esprisini ve çekiciliğini de kaybetmeden ve ŞAFAK YILDIZI’NIN YOLCULUĞU boyuncaki hayali yolculuğu da sürdürerek. Fakat tüm bunların altında yolculuğa çıkmalarını sağlayan bir sebep var ki bu sebep yolculuk devam ettikçe ortaya çıkıyor.”
S: Filmde teknik olarak çok zorluklar var, bir çok CGI görünütü (bilgisayar tabanlı). Sizin için bu nasıl bir şeydi, fantastik bir dünya yaratmak?
C: “60lı yaşlarımdayım ve bu mükemmel. Sanırım Bond filmini yaptığımda 60 yaşındaydım. Benim yaşımda birinin bu yeni şeyleri öğrenme şansı bulması iyi şanstan başka bir şey değil. Bond’un yapımında epeyce bir şey öğrendim; aksiyon çekmeyi ve aksiyonu CGI ile nasıl geliştirebileceğini, fakat bunda daha da fazlası vardı çünkü hiç yoktan bir dünya yaratıyorsun. Bond’da olan bir dünyayı genişletiyorsun, daha abartılı bir dünya yaratıyorsun. Bunda ise yepyeni bir çevre yaratıyorsun ve ben tam olarak bir çocuk gibiyim. Ama etrafım ne yaptığını çok iyi bilen insanlarla dolu. Bazıları daha önce de Narnia serisinde çalışmışlardı fakat her bir Narnia filmi ayrı bir zorluk. Baştan sona bir öğrenme süreci oldu.”
S: ŞAFAK YILDIZI\'NIN YOLCULUĞU’ndaki yeni dünyalardan bahseder misiniz?
C: “Birbirinden farklı dünyalar var, bazıları sürreal, bazıları absürd, bazıları ise ürkütücü. Benim içn zor olan devamlılığı olan bir ton yakalamak oldu. Çocukların ve Şafak Yıldızı ekibinin gittiği yer neresi olursa olsun, gerçek bir yolculukta olabilecek gerçek insanlarla karşı karşıya geliyorlar o yüzden de filmin saçma sürrealist sahnelerle dolu bir hal almasına izin veremedik. Filmin her anında bir gerçeklik payı da olmalı. Böylelikle izleyici Dufflepudlar ya da Altın Irk ile karşılaştığında gerçek dünyadaki algılarından bir parça olmalı. Zor olan kısmı da bu çünkü filmin kontrolden çıkığ gerçeklikle kontağını yitirecek kadar saçma hale gelmesine izin veremiyorsunuz, ya da optimizmi ve büyüsünü yitirecek kadar karanlık hale gelmesine.”
S: Bu dengeyi nasıl kurdunuz?
C: “Edmund, Lucy ve Eustace’i bu dünyalara koyup herşeyi onların bakış açısından görmeye çalıştık. Teknik anlamda çok sayıda el kamerası çekimi yaptık. Filmin gerçek bir çocuk macerası gibi durmasını istedim. Günümüz çocuklarının film ve video oyunları çocukları deneyimin içine birebir sürüklüyor ve benim de filmde yapmak istediğim buydu.”
S: Oyuncular ve performanslarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
C: “Eustace rolündeki Will Poulter mükemmel ve zeki biri, onu seçmekte hiç zorlanmadık, düşünmemize bile gerek kalmadı. Zaten bir başrol oynamışlığı vardı, THE SON OF RAMBOW filminde, böyleci bir başrolü kaldırabildiğini de gördük. Tabii şöyle bir zorluğu vardı, bu film için seçilirse ve bir sonraki film çekilirse onda da başrol olacaktı ve sadece bu film için bir seçim yapmadığımın farkındaydım. Ama Will ile tanıştığımız anda onun Eustace olduğunu anladık. Başkalarıyla görüşmeye devam ettik ama Will’i gördüğümüz anda...bu o dedik. İnanılmaz bir espri anlayışı var. Herşeyi anında kaptı ve ne yapılması gerektiğini hemen anladı.”
S: Diğer yıldız oyuncularınızla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
C: “Hepsi mükemmelller ve ben çok şanslıyım. Yaşları daha büyük olan Peter ve Susan’ı oynayan William Moseley ve Anna Popplewell de bir sahne için yer aldılar. Hepsini bir arada görmek iç ısıtıcı bir durum. Georgie , Skandar ve Ben’in mükemmel oyuncular olduğunu düşünüyorum. Yaratılan dünyayı iyi anlıyorlar ve bir parçası haline de gelmişler. Bu dünyaya saygıları da var; orada neler olup bittiğinden haberdarlar ve hepsi çok başarılı oyuncular. Benim için de çok eğlenceli oldu. Onlardan istediğim herşeyi başarıyla yapıyorlar ve kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek önerilerle gelebiliyorlar.”
S: Filmin ana teması hakkında neler söyleyebilirsiniz?
C: “Yaptığın hareketlerin sorumluluğunu almakla ilgili ki bu da ergen yaşlarda kendini tanımaya çalışırken çok önemlidir - neyin yapılıp neyin yapılamayacağını bilmek, güçlü ve zayıf yanlarını öğrenmek. Kendini tanıma süreci diyelim. Filmin asıl derdinin de bu olduğunu düşünüyorum. Karakterlerin her birinin gurur, kıskançlık gibi farklı özellikleri var ve bunları farketmeye ve bir şey yapmaya itiliyorlar.”
S: Bugüne kadar edindiğiniz deneyim zenginliğinden bu filme aktardığınız şey ne oldu?
C: “İşimin başında olmayı seviyorum. Çok enerjik olma halini de. İnsanların yapılan işten sıkılmasına dair bir korkum var o yüzden de enerjilerini yukarda tutmayı seviyorum. Filmde canlılık olsun istiyorum. Filmin oturur ya da yatar pozisyonda kalmasını sevmiyorum. Temponun önemli olduğunu düşünüyorum ve tutturduğum temponun insanları daha hızlı düşünüp davranmaya sevkettiğini düşünüyorum.”
S: How integral is the actual ship the Dawn Treader to the heart of this story and movie? It is essentially a character isn’t it?
C: “Well it is Narnia. We don’t go to Narnia so the boat is Narnia. It is the mobile history of Narnia. So when you look at the detail on the boat there are all the iconic images from the previous films and references to the mythology of Narnia. You could say ‘Where are those beautiful landscapes we had in Narnia?’ But the boat is the beautiful landscape and has to carry the history of the country. That is why it has to be as exquisite as the location was in the other two movies.”
S: Film yapmak size halen heyecan veren bir şey mi?
C: “Eğlenceli bir işti ama bir o kadar da zorluydu çünkü çok büyük bir yapımdı. Her an hareket halindeydik. Bir yolculuk olduğu için hiç bir sete tam olarak yerleşemiyorsunuz. Çok yorucu ama çok da keyifliydi. İşimi seviyorum. İş bittiğinde —e şimdi ne yapacağım?’ diye endişeleniyorum sadece” (gülüyor)
S: Bir Narnia filminde daha yer almayı düşünür müydünüz?
C: “Evet ama bakalım neler olacak. Büyük bir film yapmak enfes bir şey. Aynı zamanda çok da korkutucu çünkü beklentiler çok yüksek oluyor. Ve şu da kesinki AMAZING GRACE gibi bir filmin ömrü boyunca ulaşamayacağı kadar insana daha en başta ulaşacak. Küçük çaplı filmler mükemmeller ama dışarıda sizi bekleyen büyük bir izleyici kitlesi olduğunu bilmek de bir o kadar güzel.”
S: İnsanlar ŞAFAK YILDIZININ YOLCULUĞU’ndan neler beklemeliler?
C: “Eustace karakteriyle işin içine olabildiğinde mizah da eklemeye gayret ettik, macera yanını elden bırakmadan. İnsanlar karakterlerle empati kurabilecekler. Başlarından geçen maceralar çok çeşitli. Film özünde erişkin olmakla ilgili, Edmund ve Lucy’nin yetişkinliğe geçişi ve çocukça Narnia’ya sığınıp kalmaktansa hareket etmeleri gerektiklerini anlamalarıyla ilgili. Yetişkin dünyasına adım atıyorlar ve bu yetişkin dünyasını sahiplenmek için eve dönüyorlar. O yüzden bunun evrensel bir hikaye olduğunu ve filmin çekici yanının bu duygusallık olduğunu düşünüyorum. Narnia hayranları için de bu kitabın en sevilen kitap olduğunu düşünüyorum çünkü bir sıcaklık ve büyüye sahip. Film de çok eğlenceli çünkü mükemmel bir hikayeye dayanıyor.”