Bilindiği gibi korku sineması dünyanın en sınırlı,en klişe seneryolarına sahip sinema türüdür.Dünyanın neresinde çekilirse çekilsin genellikle konular bir grup gencin eğlenmek amacıyla çıktıkları gezilerin kabuslarla son bulması,maskeli psikopatların kana olan açlıkları ve de ne idüğü belirsiz garip konutlara köşklere girenlerin mutsuz sonları olmuştur.Bir de son zamanlarda “saw”,”hostel” gibi germekten ve korkmaktan çok iğrendirerek mesajlar vermeye çalışan filmler de eklendi bu türe yakın zamanda.Korku sinemasında bir canlanma meydana gelmişti.Her ne kadar yeni bir soluk getirdiyseler de perdeye;çok kısıtlı kitlelere hitap ettikleri için gün geçtikçe bu filmlere olan ilgi de azaldı.Haliyle korku fanatikleri iyiden iyiye soğumaya başladılar korku türünden.
Neyse ki imdadımıza ünlü korku yazarı Stephan King “everything s eventual” da yer alan bir hikayesi 1408 ile yetişti.Aynı adla Matt Greenberg , Scott Alexander ve Larry Karaszewski tarafından sinemaya uyarlanan 1408, de konu klişe korku teması bir otel odasıydı.Bu biraz temkinli bakmamıza neden olmuştu perdeye.Ama hikaye tüm klişelerine rağmen çok sağlam kurgulanmıştı ve özlediğimiz havayı sinemanın karanlık ortamında bize tekrar yaşatmayı başardı.Kızının ölümü ile sarsılan ve dini hiçbir temaya inancı kalmayan bir yazar olan Mike Enslin (John Cusack) izleyiciye yeryer duygulandıran zaman zaman da düşündüren bir gerilim yaşatıyor 1408 de.
1408 gizemini işaret eden şaibeli bir kartpostal alan Enslin, son romanı olan “Perili Otel Odaları”nın son bölümü için, buradan iyi bir hikaye çıkabileceğine karar verir ve kötülüğüyle ün salmış 1408 numaları odanın bulunduğu Dolphin Otel’in yolunu tutar.
Burada karşısına Gerald Olin (Samuel L. Jackson)tarafından odaya girmemesi için ikna edilmeye çalışılır ama bunun bir film olması için Mike’ın oraya girmesi şarttır.Odaya girer ve hayalet ve perili köşk masalları yazmasına rağmen doğaüstü hiç bir şeyin varlığına inanmadığı için bunun otel yetkilileri tarafından isim yapmak adına yapılmış bir oyun olmadığını anlaması pekte uzun sürmez.Artık buradan kurtulmak için planlar yapmaya başlamaktadır.Filmde kullanılan görsellik pekte ahım şahım olmamasına rağmen istediği ambiyansı seyirciye fazlasıyla veriyor.Baştan sona geren ve seyirciyi diken üstünde oturtan anlatımı zaman zaman Mike’ın anılarının canlanmasıyla bir dugusallık katıyor filme -ki korku sinemasında pek de alışık olmadığımız bir uygulama idi bu-oldukça da başarılı oldu.
Filmin müzikleri de ortamdaki gerilimli tempoyu koruyor ve filmin bir bütün olarak işlenişine kolaylık sağlıyor.Tek bir sahnede müziğin eksikliği vardı;Mike’ın kızı ile aralarında geçen o kısa buluşma sekansında müzik kullanılmamış ve sekans taki duygusallık biraz eksik kalmıştı.
Gelelim filmin vermek istediği mesaja.Bir ateist olduğunu kavramış olduğumuz kahramanımız Mike’ın hatasını gördüğünü ve inanılması gereken şeylerin gözle görülmesi zorunluluğu olmadığını kavrıyoruz.Hani bizde bir laf vardır “Dinsizin hakkından imansız gelir” diye.Hah işte Hollywood için “Dinsizin hakkından 1+4+0+8=13 gelir”diyebiliriz.