Nihayet Korsanlar’ın üçüncü filmi ile buluşabildik. İkinci filmde sürpriz bir sonla biten hikaye kaldığı yerden devam ediyor.
Son olarak, Sparrow, Davy Jones tarafından tutsak edilmiş, kurtarılması içinse Kaptan Barbossa, güzel büyücümüz tarafından diriltilmişti. Bu kısımda da, ekibimiz toplanıp Sparrow’u kurtarmaya çalışıyor. Aslında kimsenin Sparrow’u düşündüğü yok. Herkes kendi derdine düşmüş. Kendi çıkarları için birbirlerinin kuyusunu kazmakla meşguller. Bu arada, Turner ile Elizabeth ilişkilerini gözden geçirmektedirler. Derken, Jack kurtarılır ve herkes farklı isteklerini yerine getirme arzusuyla korsanlar toplantısına doğru yola çıkar. İşte işler de bu noktada çığrından çıkar. Karman çorman ortalık karışır. Korsanlar Konseyi denen bir şeyden ilk defa haberimiz olur. Tanrıça Kalipso ortaya çıkar…
İlk filmin başarısı üzerine uzatılan ve yeni olay dallarıyla beslenen bu (ikinci ve) üçüncü film, öncelikle o kadar karışık ve iç içe geçmiş bir hikaye örgüsüyle yapılmış ki insan bir süre sonra kayboluyor. Yani şahsen öyle hikayenin ince ayrıntılarıyla uğraşmak yerine keyifli bir macera izlemeye gitmiş olan ben kayboldum. Aslında ikinci filmde çok sorun yoktu, tek özrü filmin sonunun doğrudan üçüncü filmi izlemek zorunda bıraktırmasıydı. Üçüncü filmde ise artık kime ne olmuş nasıl yapmış takip etmeyi bırakıyorsunuz bir süre sonra. E, Karayip Korsanları ilk filmi itibarıyla mizahi yönü ağır basan, hoş bir eğlencelik olarak tasarlanmıştı ve seyirci de doğal olarak bu filmlere bu beklentiyle gidecektir. Oysa üçüncü filmimiz her ne kadar bazı sahnelerde gülmekten kırsa da kendini fazla ciddiye almış gibi duruyor. Bu bir dezavantaj.
Bunların yanı sıra, filmin başrol oyuncularında genelde bir komik olma çabası hissediliyor. Evet, bunu Johnny Depp ya da Geoffrey Rush ziyadesiyle iyi yapıyorlar. Ama ya Bloom, ya Keira Knightley? Bir başka nokta da, söylemekten bile korkarak, sanki Johnny Depp’in o takıntılı ve sevimli oyunculuğu dejavu hissi mi vermeye başladı ne? Hayır, sadece kuruntum da olabilir. Ayrıca yapımcıların baskısıyla olsa gerek, filmin bazı yerleri yer yer tatsız oluyor. Mesela, Turner ile Elizabeth’in aşk hikayeleri, -özellikle evlenme teklifinin olduğu sahnede- yapay ve sıkıcı bir hal alıyor. Hiç ciddiye alasınız gelmiyor açıkçası.
Sakın film kötü sanmayın, sadece insan beklentilerini çok artırınca hayal kırıklığına uğruyor ki bu filmin suçu değil; olsa olsa aşırı reklam ve pohpohlama yüzünden. Bir kere film hala tempolu bir şekilde devam ediyor. Heyecan, entrika, aşk hepsi var. Denizin ortasında, gemide, durmaksızın o kılıç şıkırtılarını, kavgaları izlemekten hoşlanan biz korsanseverler için bu film de fazlasıyla doyurucu. Özellikle Sparrow ve Jones’in düellosu ilginizi çeker sanırım. Ayrıca görsel efektler çok çok iyi. Hayret ettim doğrusu, o top atışlarını, o koca girdabı nasıl yapmışlar diye.
Filmin sonunda ise her şey bitmiyor. Evet, yine ucunu açık bırakıp hala devamı var mesajını vermişler. Film bitip jenerik akmaya başlayınca hemen kalkmayın, jenerikten sonra dördüncü film hakkında minik bir ipucu veren son bir sahne daha var. Bu demektir ki, oyuncular bir sonraki film için ikna edilmiş. Hatta senaryo çoktan hazır. Aslında merak edip endişelenmiyor da değilim. Sanki biraz daha zorlamak pek hayırlı olmaz gibi?
Bu kadar kelamdan sonra, aslında Korsanlar, benim için sadece ilk filmden ibaret kalsaydı eşsiz bir deneyim olacaktı. İkinci film geldi, işler karıştı, ticari kaygılar ön plana çıktı. (E, iyi gişeyi görüp sonradan karar verilen devam filmlerinin makus talihi: işi karıştırmak da karıştırmak…) ama o da son derece zevkliydi. Bu son film ise serinin en zayıf halkasının olmasının yanı sıra, ilk filmin o eğlenceli, çerezlik, hoş bir izlenmelik yapısına ihanet etmiş sanki. Ciddileştikçe, bir şeyler kaybediyor maalesef. Tabi bu kadar eleştirinin asıl sebebi, beklentilerimin tavan yapmasıdır muhtemelen. Hatta abartmış bile olabilirim! Yoksa hala -uzun süresine rağmen- sonuna kadar izlenebilen (iyimserim ya), yüksek temposunu korumuş, akıcı, şaşırtıcı bir film olmuş. Ne diyeyim. Oldukça sağlam bir üçleme çıktı ortaya. Sinemayla kalın efendim…