Toprak Altında...

24.09.2010 18:10
Toprak Altında...

Gözlerini aç. Irak’ta toprağın 2 metre altında kapalı bir yerdesin. Sadece 90 dakika daha soluk almana yetecek kadar hava var. Dış dünyayla tek temasın, pek iyi çekmeyen ve şarjı da bitmek üzere olan gizemli bir cep telefonu. Her geçen saniye ölüme bir adım daha yaklaşıyorsun...

 

SİNOPSİS

Ailesine bağlı bir kamyon sürücüsü olan Paul Conroy eski ahşap bir tabuta CANLI CANLI GÖMÜLMÜŞ halde uyanır. Buraya onu kimin neden koyduğunu bilemese de, bu karabasandan kurtulmasına yardım edebilecek tek şey elindeki cep telefonudur. Zamana karşı verdiği bu savaşta en büyük düşmanları telefonun iyi çekmemesi, şarjının az kalması ve havasızlıktır: Paul’ün elinde buradan kurtulması için sadece 90 dakika vardır.

YÖNETMEN’DEN NOTLAR

BÜYÜK VE KÜÇÜK

Bu dünyada bir büyük, bir de küçük öyküler vardır. Bir öykünün büyüklüğünü ne manzarasının genişliği, ne kişilerinin çokluğu, ne de üretim değeri denen şeyler belirler. YAŞLI ADAM VE DENİZ büyük bir öykü müdür? Eğer Hemingway bu öyküye on ya da oniki balıkçıyla birkaç kılıçbalığı daha koymuş olsaydı, öykü daha büyük mü olurdu? Bir öykünün büyüklüğü, kaç metrekare içinde geçtiğiyle ölçülmez; sadece tek birşeyle ölçülür: Öykünün kendisiyle. Öykünün ilginç olup olmamasıyla. Dinleyicinin ilgisini kendi üstünde tutmasıyla. Ve, bizde birazdan ne olacağını görme isteği, hatta ihtiyacı yaratmasıyla ölçülür! Öykü ilgimi çekiyor mu? Hayranlıkla izliyor muyum? Zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varmadım mı? Bu öykünün aslında benim başımdan geçmediğini hatırlamak için kendimi çimdiklemem gerekecek kadar öykünün içinde kaybolmuş muyum? Eğer bir öykü sizde böyle bir etki bırakıyorsa, o zaman, o öykü büyük, hatta devasa bir öyküdür. Eğer öyküden bu şekilde büyülenmediyseniz, o halde, içinde ordular dolusu Ork varmış ya da yıldız savaşı filoları ile Kızıl Ordu dünyanın kontrolünü ele geçirmek için savaşıyormuş, bunların hiçbir önemi kalmaz; elinizde güdük bir etki ve küçük bir öykü var demektir.

Chris Sparling’in başarılı senaryosu sayesinde, BURIED işte böyle büyük bir film oldu. Bu filmda zamana karşı verilen savaş, başka hiçbir ögeyi gerektirmeden, tam bir buçuk saat boyunca anlatımıyla bizi kendine bağlıyor.

ÖNÜMÜZDEKİ ZORLUK

BURIED olabilecek en büyük teknik zorluklarla yapıldı ve her aşamasında, önümüzde tek bir yol gösterici vardı: Hitchcock. O bize, koca bir filmi denizin ortasında sallanan bir teknede nasıl çekeceğimizi (LIFEBOAT) ya da nasıl gerçek zamanlı tek bir çekim yapacağımızı (ROPE) öğretmişti. Bir kere makaralar yağlanıp yerine takıldı mı, artık sıra filmi aklınızda şekillendirmeye gelir, yapılacak çekimleri sıraya koyarsınız; işte bu sıra, izleyiciyi esir almalıdır, izleyicinin ilgisinin bir an bile başka yere kaymasına engel olmalıdır; öykü geliştikçe anlatım da gelişmeli, ritmi değişmeli, elinizdeki malzemeyi taptaze, izleyicinin gözlerini de ekrana kilitli tutmak için işin içine bir dizi anlam seçeneği girmelidir.

Bu işte bizim altın kuralımız şuydu: ASLA TOPRAK ÜSTÜNE ÇIKMA.

Zaten elimizdeki senaryo, izleyicinin ilgisini bir an bile kaybetmeden, öykü boyunca yeraltında kalabileceğimizin en büyük kanıtıydı ve, gerçekten de, iş bittiğinde, senaryomuz kesinlikle yeraltında kalmamız GEREKTİĞİNİ başarıyla gösterdi. Örneğin, iki paralel öyküye bölünmüş bir anlatım kullansaydık, daha zamanı gelmeden sinema salonuna hava girerdi ve böylece, filmdeki karakterin (ve izleyicinin) çektiği ızdıraba ihanet etmiş olurduk. Eğer ışığı göstermiş olsaydık, örneğin içine sabah güneşi dolmuş bir koridorda kendi kendine çalıp duran bir telefon gösterseydik ya da son derece sıradışı bir çağrıyla ilgili olarak elinden geleni yapmaya çalışan, bir yandan da sakız çiğneyen santral görevlisinin yüzündeki şaşkın ifadeye odaklansaydık, bu büyük filmi küçültmüş, kalitesini düşürmüş, belki metrekareyi arttırmış ama paramızı boşa harcamış ve de müthiş bir gerilimi kötü bir televizyon filmine çevirmiş olurduk.

Dışarıdaki iyi ya da kötü, zayıf ya da şişman olabilecek ve kim olduğunu söyleyen – ya da belki gizleyen – insanlara, çok uzaklardaki bir uydunun gönderdiği soğuk, ruhsuz sinyallerden ibaret olan seslere, yani tamamıyla soyut şeylere güvenmekten başka çaresi olmayan bir adamın yapayalnız yaşadığı ümitsizliği izleyicinin de yaşamasına izin vermek lazım. Filmdeki karakterin kesin olarak bildiği tek şey, içinde bulunduğu daracık dikdörtgen evrende yaşadığı endişe, zifiri karanlık ve bilinmeyen bir dışdünyayla olan ve umutsuzca tutunmak zorunda olduğu bu bağlantıdır.

FİLMİ ÇEKERKEN

Yukarıdakilerle karşılaştırıldığında, diğer herşey çok netti. Tek yapmamız gereken, tabutu derhal aklımızdan çıkarmak, bu mekana herhangi bir mekanmış gibi yaklaşmak, mekanın bizi sınırlamasına izin vermemekti. Sürekli hareket edilmeliydi, film asla durma noktasına gelmemeliydi. Bunun için, her hareketi bir başarı, her pozisyon değişikliğini bir karabasan, her kararı da bir macera olarak göstermek gerekecekti. Okuldaki fizik dersinde öğrendiklerimiz bizi kısıtlamamalıydı. Paul Conroy’ün ölüm sancısı içinde hareket etmesi gerekliydi. Görsel hileler kullanarak oyunu kuralına göre oynamak yerine, elimizdeki anlatımın gereklerine göre oynadık çünkü film sürekli kendini tekrar keşfediyor, asla tekrarlara girmiyor, amansız bir anlatım mantığı içinde görsel ateşleme gücü her an artıyordu. Tabuttaki kabasaba raylı çekim çok mu gerekliydi? Bize gereken tek şey, bu çekimi yapmanın doğru yolunu bulmaktı. Farklı durumlar için tam yedi tane tabut hazırladık. Bu film, Scorsese’nin en eğlenceli yanını ve Spielberg’in 70’li yıllardaki mantığını yansıtıyor: Yeşil ekran yok, yüksek kontrast yok, sadece film çekme işinin verdiği saf, terli haz var. Kameranın filmdeki karakterin etrafında anlaşılmaz bir şekilde dönmesinden tutun da, kameranın bir Technocrane vinçten aşağıya sarkmasına kadar gördüğünüz herşey gerçekten oldu! Burada asıl önemli olan, izleyiciyi, Paul Conroy’un karmakarışık zihnine ve çektiği eziyete dahil etmekti; izleyicinin, Paul Conroy’un terinin ıslaklığını, boğucu sıcağı, havasızlığı, yanlardan giren kum parçacıklarının Paul Conroy’un derisine sürtmesini, kıymıklı ahşapı ve paslı çivileri capcanlı hissetmesini sağlamaktı...

Bu film, DUYULARA FİZİKSEL BİR YOLCULUK yaptırmalı ve hareketli bir DENEYİM olmalıydı.

Ryan Reynolds.

BURIED çok hızlı çekildi, bu müthiş bir konsantrasyon gerektiriyordu. Film, setteki yoğun ve canlı enerjiden hayat buluyordu. Hiç kesintisiz altı dakika süren uzun çekimler yapıldı. Ryan Reynolds’un tamamen gerçekçi bir performans göstermesi için gerekli koşullar sağlandı, bu sayede duyguları coşarak kabardı ve bir sel gibi önüne geleni sürükledi. Tarafsız bakacak olursak, elimizde kullanacak pek birşey yoktu ama biz, bunu bir dezavantaj olarak görmek yerine, en büyük silahımız olarak kulandık: Elimizde ne gerekiyorsa o vardı. Bu küçük evrenin en küçük ayrıntısı bile itinayla kullanılarak işlendi. Bu sayede, yeraltına gömülmüş olan karakterin yaşadığı dram bizim yegane odak noktamız oldu. Ryan Reynolds sanki bir Stradivarius gibi. Ondan daha iyisi düşünülemez bile. Filmin anlatımı, duygusal geçişler ve dönüşlerle dolu: Kızgınlık, panik, bunalım, sükunet, teslimiyet, şiddet, inkar, terör, umut, üzüntü, acı, kara mizah, hiddet, ağrı, yorgunluk dolu. Ryan her karede gerçeği arıyor. Üstelik, onun zaman kavramı, bizim bildiğimiz zamandan çok farklı. Bunu nasıl başarıyor? Nasıl oluyor da, bir yandan cep telefonuna bakarak tüyler ürperten bir çığlık atarken, diğer yandan da en iyi ışığı arayabiliyor ve aynı zamanda empatiyi kaybetmeden dayanıklılığını sürdürebiliyor? Nasıl başarıyor, sesini böyle ustalıkla değiştirip yükseltmeyi, sonra da hep tam zamannda kırılma noktasını yakalayıp tekrar alçaltmayı? Ya da bir yandan bir gölgeden kaçmak için dönerek kameranın hareketinin pürüzsüz olmasına yardım ederken, bir yandan da konuşmasını hiç boğmadan, her sessiz anda, kum içeri dökülüp ışığı bir saniye kapattığında, yumruğuyla el fenerine vurup ışığı hafifçe çevirerek göğsünün üstünden yüzünün sağ tarafını aydınlatmayı nasıl başarıyor? Onun bütün bunları nasıl yaptığını kimse bilmiyor, hem de 3 haftadan uzun bir süre boyunca her gün nasıl yaptığını. Ryan, Los Angeles’a döndüğünde bedenen tükenmişti. Gözünü her kırptığında niye yerlere kum döküldüğünü Amerikan sınır polisine açıklamak zorunda kalmasında da şaşılacak bir yan yok tabii. Ryan’ın işine bağlılığı, normal bir görev anlayışının çok üstünde. Sadece 17 gün çekim yapıldı. Her gün 25 çekim yapıldı. Bazen de 30. Peki, biz bunu nasıl başardık? Yanıtı ben bile bilmiyorum ve sanırım, bu da sadece şu anlama gelebilir: Bunu biz yapmadık.

RYAN REYNOLDS (“Paul Conroy”)

Ryan Reynolds son zamanlarda Hollywood’un en aranan başrol oyuncularından biri ve hatta, 2008 yılında People Magazine’de “En Seksi Erkekler” arasında adı geçti. Yakında vizyona girecek olan “Paperman” filminde de oynadı. Bir komedi olan “Paperman”de diğer oyuncular arasında Emma Stone, Jeff Daniels ve Lisa Kudrow da yer alıyor. Ryan Reynolds, gene, yakın zaman içinde, çok başarılı bir uzun metrajlı film olan “The Proposal”da Sandra Bullock ile ve Ocak 2009’da Sundance Film Festivali’ndeki galasında çok beğenilen ve Mart 2009’da vizyona giren komedi “Adventureland”de ise Kristen Stewart ile oynadı.

Ryan Reynolds, tamamı Hugh Jackman, Live Schreiber, Dominic Monaghan ve Taylor Kitsch gibi büyük yıldızlardan oluşan bir ekiple “X-Men Origins: Wolverine” filmini Mayıs 2009’da çekti. Şakacı ve kanserli ücretli asker Deadpool performansı, 20th Century Fox şirketinin Deadpool’u bir yan ürün olarak tekrar yaratmasına yol açtı. Ayrıca, Ryan Reynolds, Julia Roberts, Carrie-Ann Moss ve Emily Watson ile, galası Berlin Film Festivali’nde yapılan ve Mayıs 2009’da Amerika’da gösterime giren “Fireflies in the Garden” filminde de oynadı.

Reynolds’ın rol aldığı diğer bir film “Definitely, Maybe”. Bu romantik komedideki rol arkadaşları Rachel Weisz, Isla Fisher, Abigail Breslin, Elizabeth Banks ve Kevin Kline. Eleştirmenlerin favorisi olan bu filmin hayli de hayranı var. Reynolds son derece karmaşık bir dram olan “Chaos Theory”de Emily Mortimer ile oynadı ve ayrıca, senarist ve yönetmen John August’un “The Nines” filminde de yer aldı. Bu filmin galası 2007 Sundance Film Festivali’nde yapıldı. Hope Davis’in de rol aldığı bu film eleştirmenlerden tam not aldı. Sundance Film Festivali’nden sonra, “The Nines” New York, Los Angeles ve Austin’de sinemada gösterilmeye başladı.

Reynolds’ın oynadığı başka bir film ise yönetmen Joe Carnahan’ın “Smokin’ Aces” adlı, rollerini Ray Liotta, Jeremy Piven, Andy Garcia, Ben Affleck ve Jason Bateman’ın paylaştığı bir film. Ayrıca, klasik kült filmin tekrar yapımı olan “The Amityville Horror”’ da anılması gereken diğer bir film. “The Amityville Horror” gişede bir numaraya ulaştı ve dünya çapında 107 Milyon Dolar hasılat yaptı.

Reynolds kült klasik “Van Wilder” filminde Van rolünde de unutulmaz bir performans gösterdi. Tıpkı, romantik komedi “Just Friends”deki performansı gibi. “Blade Trinity” filminde Jessica Biel ve Wesley Snipes ile oynadığı rol için, Reynolds çok etkileyici bir fiziksel değişim geçirmişti çünkü huysuz vampir Kral Hanibal rolünü oynuyordu. Reynolds, yakında vizyona girecek olan “Green Lantern”da da ünlü süper kahraman olarak rol alacak.

Rodrigo Cortés’in yönettiği ve Ryan Reynolds’ın oynadığı “Buried” yakın tarihte tamamlanmış olup bir sonraki Sundance Film Festivali’nde galası yapılacaktır.

RODRIGO CORTÉS (Yönetmen)

Rodrigo’nun film aşkı çok erken yaşta başladı. 16 yaşına geldiğinde, Super8’de ilk kendi kısa filmini yönetmişti bile. 1998’de 20’den fazla ödüllü kısa YUL’u yönetti. 2001’de, geniş bir kısa film formunda sahte bir belgesel olan ve çeşitli festivallerden 57’den fazla ödülle dönerek tüm zamanların en çok ödül kazanmış İspanyol filmi olan 15 DAYS’i gösterime soktu.

2007’de, Malaga Film Festivali Eleştirmenler ödülü de dahil olmak üzere, birçok ödül kazanan ve eleştirmenlerin çok beğendiği ilk uzun metraj denemesi THE CONTESTANT (Concursante) filmini yönetti.

CHRIS SPARLING (Senarist)

Chris Sparling Providence, Rhode Island’dan gelen bir senarist, yönetmen ve aktördür. BURIED dışında, 2010 yılında yapılması planlanan gerilim filmi MERCY’nin de senaryosunu yazmıştır. Film kariyerine birkaç yıl önce, bağımsız uzun metrajlı “An uzi at the Alamo” filminin senaristliğini, yönetmenliğini, yapımcılığını ve oyunculuğunu üstlenerek başlamıştır.

ADRIÁN GUERRA (Yapımcı)

Adrián Guerra Versus Entertainment şirketinin kurucu ortaklarındandır. Bazı film festivalleriyle televizyon şovlarını geliştirip yönettikten sonra, 2005 yılında Versus şirketini İspanya’da bir dağıtım/yapım firması olarak kurdu. 100 kadar filmin dağıtımını yaptıktan sonra, Luis Alejandro Berdejo’nun çok ödüllü kısa filmi \"For(r)est in the des(s)ert\"in yardımcı yapımcılığını üstlendi. Berdejo ile birlikte geliştirdikleri “The Quagmire” projesi, Cannes Film Festivali Atelier seçkisi içinde yer aldı. Guerra, yakın zamanda, Rodrigo Cortés’in yönettiği ve Ryan Reynolds’ın rol aldığı “Buried” filmini tamamladı. Şu anda, başarılı film yapımcısı José Luis Guerin’in yeni filmi “Guest”in üretimini tamamlıyor.

PETER SAFRAN (Yapımcı)

Peter Safran hem The Safran Company, hem de dijital medya eğlence grubu olan Safran Digital Group’un (SDG) kurucusudur. Safran, bir yapımcı olarak, yakın zaman içinde büyük gişe başarısı gösteren “Meet the Spartans” projesinde yer almıştır. Ayrıca, Safran satış rekorları kıran Parodi “Scary Movie” de dahil olmak üzere, çeşitli uzun metrajlı filmlerin baş yapımcılığını üstlenmiştir. Geçtiğimiz yıllarda, Renee Zellweger ve Harry Connick Jr.’ın rol aldığı “New in Town” filmini yapmıştır. Yakın geçmişte ise, Ryan Reynolds’ın oynadığı bağımsız gerilim filmi “Buried”in yapımcıları arasında yer almıştır. Şu anda, Safran, Patrick Dempsey’in oynadığı ve “The Hangover”in senaristleri Jon Lucas ve Scott Moore’un senaryosunu yazdığı komedi “Flypaper” üzerinde çalışıyor. Safran’ın üzerinde çalıştığı diğer bir proje ise Oscar Nominee Djimon Hounsou’nun oynadığı aksiyon filmi “Elephant White”.

ALEJANDRO MIRANDA (Yürütücü Yapımcı)

Alejandro Miranda, CIC Video, Paramount home Entertainment ve Universal Studios Networks gibi en büyük firmalar bünyesinde 14 yıldır film endüstrisine hizmet etmektedir. IE Business School’dan Profesyoneller İçin İşletme Yüksek Lisans Derecesi sahibi ve Versus Entertainment şirketinin kurucu ortaklarındandır. Rodrigo Cortés’in yönetip Ryan Reynolds’ın oynadığı “Buried” filminin baş yapımcılığını üstlenmiştir. Şu anda, başarılı film yapımcısı José Luis Guerin’in yeni filmi “Guest”in üretimini tamamlamaktadır.

EDUARD GRAU (Görüntü Yönetmeni)

“Buried” 28 yıl önce Barselona’da doğan Grau’nun bir tabut içinde çektiği ilk ve son filmdir. Palm Springs’de “Friends Forever” ve Sundance 2006’da En İyi Kısa Film Ödülü ile Oscar 2007’de Öğrenci Oscar’ına Aday Gösterilen “The Natural Route” filmleri ile 2 kere görüntü yönetmeni ödülü kazanmıştır. Grau, 23 yaşındayken, galası 2006 yılında Cannes Film Festivali’nde yapılan ve kendisinin ilk uzun metrajlı filmi olan “Honor de Cavalleria”yı çekmiştir. Daha sonra, 2009 yılında Edinburgh ve Londra film festivallerinde galası yapılan “Kick” filminin görüntü yönetmenliğini yapmıştır. Edu en son olarak Tom Ford’un ilk uzun metrajlı filmi olan ve Venedik 2009’da galası yapılan “A Single Man” filmini çekmiştir.

Rodrigo Cortés’in yönettiği ve Ryan Reynolds’ın oynadığı “Buried” ise yakın tarihte tamamlanmış olup bir sonraki Sundance Film Festivali’nde galası yapılacaktır.