İstanbul Film Festivali açılışında gösterilen Fransız-Rus-Belçika ortak yapımı bir film olan Paris\'te Son Konser, adından da anlaşılacağı üzere Paris\'te gerçekleşecek bir konser ile alakalı bir film. Ancak konunun altmetinlerine girildikçe filmin sadece bir konser ile alakalı olmadığını çok daha iyi anlıyorsunuz. Bu film bir rejim gönderisi, bir halk anlatısı. Rumen yönetmen Radu Mihaileanu\'nun yazıp yönettiği \"Le Concert\" Sovyet rejiminden beri hayatı değişen ve çağa yetişemeyen insanları anlatıyor filminde. Rejimin insanlar üzerinde bıraktığı tahribatı ve bu izlerin 30 yıl sonra bile nasıl hala taze kalabildiğini bizlere ünlü Bolşoy Orkestrasının eski müzisyenleri üzerinden gösteriyor. Kendisi de Romanya\'daki Çavuşesku rejiminden kaçarak Paris\'e yerleşen yönetmen, daha önceki filmlerinde olduğu gibi yine bir rejim anlatısıyla karşımıza çıkıyor. Yine kendi dışlanmışlıklarını karakterleri üzerinden veriyor bizlere. Sosyalist rejim sırasında dünyanın en ünlü orkestralarından birisi olarak gösterilen Bolşoy orkestrasının ani bir karar ve rejim baskıları sonucu kapatılmasının ardından yaşanan dağılmışlıkları ve rejimin nasıl müziksiz kaldığını izleyeceğiniz bu filmde ayrıca klasik müziği şimdiye kadar keşfetmediyseniz, keşfedeceğinize emin olabilirsiniz.
Rejim sırasında insanların nasıl zor şartlarda kaldıklarını, sınıf, din, millet, cinsiyet ayrılıklarının ne boyutlarda olduğunu ve bu hasarı yaşamış insanların kapitalist rejime geçişte ne derece zorlanıp halkın \"Ezilenler\" kısmını oluşturduklarını bizlere gösteriyor Mihaileanu. Kapitalist düzen sonrası gaz milyarderlerinin halkı nasıl ezdiğini, sosyalist rejim sırasında hayatları değişen insanların kapitalizm ile birlikte nasıl dağıldıklarını anlatıyor filminde Mihaileanu. Tıpkı önceki filmleri Train of Life ve Live and Become gibi bir rejim eleştirisi getiriyor rumen yönetmen. Batı ülkelerine giden doğu ülkeleri vatandaşlarının hemen alt sınıf işlere soyunmasına da epik göndermeler yapmayı ihmal etmiyor ayrıca. Ve tüm bunların yanında kocaman bir ödül olarak tam 13 dakikalık bir Tchaikovsky konçertosunu da sizlere kesmeden veriyor.
Filmin başrollerini paylaşan iki özel oyuncu ile de film daha da yükseliyor. Rus oyuncu Aleksei Guskov ve en son karşımıza Tarantino\'nun Inglourious Basterds\'ında Shosanna olarak çıkan güzel Fransız oyuncu Mélanie Laurent bu müthiş filmin başrollerini üstleniyorlar. İkilinin uyumu gerçekten filmin seyir zevkini arttıran etmenlerden. Ancak filmin konusu ve altmetnindeki göndermelerin önüne hiçbir şey geçemiyor.
Filmi izlerken hiçbir şekilde sıkılmıyor ve her sahnede yepyeni süprizler ve yepyeni hikayeler ile karşılaşıyorsunuz. Film ilerledikçe kendinizi bir anda hikayenin içinde buluyor ve filmin sonunda da büyük bir duygusal patlama yaşayarak filmi bitiriyorsunuz. Başlangıcından sonucuna kadar her bölümde kafanızda oluşan soru işaretlerini ise dağıtmak için film, mizahı kullanıyor. Ancak mizahı çoğu zaman kelimelerde bulamıyor, sahnelerde ve davranışlarda keşfediyorsunuz. Zira filmin sonunda da kendinizi karakterlerle özdeşleştirerek katharsis durumuna giriş yapmış oluyorsunuz.
17 Eylül\'de gösterime girecek 2009 yapımı Le Concert, soğuk rusyada geçen oldukça sıcak bir film. İçerisinde müzik geçen, müzikle alakalı bir konusu olan bir filmin güzel olmama ihtimalinin çok düşük olması sebebiyle herkes bu filmi oldukça sevecektir. Rejim göndermelerini eleseniz bile elinizde oldukça güzel bir konu ve müthiş bir müzik ziyafeti kalacaktır. Kesinlikle sinemada izlenmesi gereken çok başarılı bir film Le Concert.