Başlık sizi yanıltmasın, konumuz 30 Gün Gece filmi. Dünyanın Ekseni ile yörünge düzlemi arasındaki açının belli zamanlarda değişmesi sonucu bazı bölümlerde 30 gün gece yaşanmasını konu alarak ilgi çekmeyi amaçlayan ve bunda oldukça başarılı olan bir film 30 Gün Gece. Aslında başardığı tek konu da bu ilgi bana göre…
Vampirlerin filmlerde rol almaya başladığı yıllardan beri etkisizleştirilmelerini sağlayan ve çoğu da saçma olan yollardan, en mantıklısı günümüzde gün ışığı… Bu filmde gün ışığını 30 gün boyunca engellediğini vaat ettiğinden dolayı parlak bir fikir yakalamış olsa da, izlemeye başladıktan sonra fiyasko olduğunu anlamak gecikmiyor.
Film güneşin görüldüğü son günle başlıyor, ardından uydu telefonlarının telef edilmiş olması ve çok geçmeden de kızak köpeklerinin öldürülmesi sahnesiyle karşılanıyoruz. Hâlbuki filmin 30 uzun gecesi var, bu acele neden anlamıyoruz. Uydu telefonunu çalışırken, köpekleri kızakla birilerini taşırken görmek güzel olurdu diye düşünüyoruz hatta kasabanın 1 günlük normal yaşantısını görmek, kimin ne işle meşgul olduğunu anlamak ve kasabadan bu özel 30 günde kimlerin gittiğini görseydik fena olmazdı diyoruz.
İki cephe var filmde, bunlardan biri kasaba halkı ve şerifleri. Şerif dâhil 3 personelli bir karakolları var. Birisi zaten filmin bir başında bir de sonunda görünüyor. Diğer ikisinin evli olduğu fakat ayrılmak üzere olduğu hakkında ufak bir bilgi veriliyor hemen girişte ve senaryoda ekli olan bir romantizmin varlığı anlaşılıyor.
Vampirlerin ricası ile yaptığını sonradan anladığımız, telefon ve köpek olaylarından sorumlu kişi kendini hemen ele veriyor ve şerife saldırıların olacağını söylemeye başlıyor. Gerilimin tavan yaptığı tek yer burası ile vampirlerin görülme anına kadar olan kısım. Vampirler, dünyanın ekseni ile yörünge düzlemi arasındaki açıyı hesaplamış olmalılar ki daha ilk gece baskına geliyor ve saldırılar başlıyor. Diğer cephe ta kendileri. Kendi dillerini kullanıyorlar - bu iyi bir ayrıntı- fakat dişleri için aynısını söylemek olanaksız, zira alışık olmadığımız bir yapısı ve kirliliği var. Mantıklı düşünebiliyor, tuzaklar hazırlayabiliyorlar. Kasaba halkını son kişiye kadar öldürerek karınlarını doyurmak gibi bir amaçları var.
Saldırılar başladıktan sonrası pek parlak değil. Vampirlerin çığlıklarını ayrı tutarsak, insanların iğrenç öldürülüş şekilleri ve bolca kan mevcut fakat bunların korku – gerilim filmlerinin bir özelliği olmadığı hemen anlaşılıyor.
Sonrasında filmde bahsedilecek çok fazla bir yön yok, türünün örnekleri ile aynı çizgide buluşuyor. Yakala – parçala ilişkisi doğuyor iki cephe arasında. Sadece finalde vampirlerin, bir sonraki açıyı da hesaplamış olabileceğini, ziyaret edecekleri sıradaki kasaba anlamasın diye işleri bitince kasabadan geçen boru hattını parçalayıp ateşleyerek kaza süsü vermek gibi zekice bir planları olduğunu anlıyoruz. Bu planın, şerifin kendisine vampir kanı enjekte etmesinin ardından cephe değiştirerek (fakat bir süreliğine bilinci açık olacak!!) vampirlerin şefiyle düelloya tutuşmasının ardından bozulduğunu görüp, diğer vampirlerin akıbetini göremeden filme veda ediyoruz.
Kendimi filmde geçen olumlu karelerle avutuyorum. Alaska’ daki evlerin iklim örtüsü nedeni ile zemine yapışık olmadığı ve altlarından geçilebildiği, 30 gün gece başlamadan önce nüfus tabelasının değiştirildiği, kasabanın kuş bakışı görüntüleri, vampirlerin özellikle göz altı torbaları olmak üzere makyajları bunlara birkaç örnek fakat bunların senaryoyla ilgisi olmadığı da bir gerçek.
Başlıkla başladım başlıkla bitirmek istiyorum, filmin adı ‘Alaska’ da bir gece’ olsaydı da çok bir şey fark etmezdi. 30 gecenin geçtiğine dair, film boyunca sol alt köşede 3 kere “şununcu gün bununcu gün” yazılması haricinde hiçbir çaba yoktu. Film bu konuda ismine yaslanarak başladı ve bitti. Fakat isminin aksine alelacele başlayıp bittiğini de rahatlıkla söyleyebilirim. Ayrıca filmin Alaska’ da çekildiğine inandırılmak için de sadece arabaların plakalarına yakın çekim yapılması da ayrı bir konu…