Daha filmin künyesine baktığımız anda alternatif bir film çıkıyor ortaya. Dile kolay bir dönemin düşman iki kardeşi el ele vermiş. Amerika – Rusya arasındaki soğuk rüzgarlar, dönemin sinemasında en önemli figürlerden biriydi. Ajanlar arası savaşlar, Rusların amerika’da yarattığı terör ve hatta Rocky 4 filminin tamamı amerika’nın Rusya ile olan yada olamayan ilişkilerini yansıtıyordu. Şimdi Müslümanlara duyulan kuşku o dönemde Ruslar için söz konusu idi. Doğal olarak sinemada bundan payını alıyor, Ruslar birçok filmde yeniliyordu.
Amerikan-Rus ortak yapımı bir film görmek şaşırtıcı… Buna birde uzun süredir ortalıkta görünmeyen adeta kayboluş yaşayan Roland Joffe ekleniyor. “The Mission” adlı sinematik bir destan yaratmış olan yönetmen, başarısını sürdürmüş takip edilesi yönetmenler arasındaki listede kendine yer edinmişti.
Dahası var! “Phone Booth – Telefon Kulübesi”nin o gerilimi ve tempoyu ayakta tuta başarılı senayosu ile alkışlanan senarist – yönetmen Larry Clark’a ait senaryo. Ana hikayede kendisine ait.
Tobe Hopper’ın 1874 tarihli klasiği “The Texas Chain Saw Massacre” ile kariyerine başlayan görüntü yönetmenliğinde korku filmleri ile başarılı kariyerine sahip Daniel Pearl’de künyede yerini almış.
Oyuncularda gayet makul seçimler. 24 dizisi ile parlayan Elisha Cuthbert rol için doğru seçim. Enteresan fiziği ile özellikle “Heavy” filminin unutulmaz çirkini Victor’u Pruitt Taylor Vince’de yerinde seçimler.
Enteresan bir karışım. Amerika-Rusya ortaklığı filmde korku türüne katkı yapmamış kayıplarda bir yönetmen, başarılı senarist, yıldız başrol, buraya kadar her şey tamam.
Jenerik bitiminde başlıyor her şey… Gayet başarılı bir girişle popüler bir mankenin bir gece kulübünden kaçırılmasına tanık oluyoruz. Elimizde de hiç ipucu yok. Genç kadının konulduğu odaya bizde hapsoluyoruz. Odada tek başına iken yaşadıklarının yansıtılışı ile kendisini odaya hapseden hakkında gördüğümüz detaylar da son derece başarılı.
Katilin kurbanına sürekli yapmasını istediği şeyler konusunda sessiz bir iletişim kurması, bunun için bir çekmece ile dolapları kullanması da gayet yerinde ve gerilimi körüklüyor. Bu noktada resimlerle yaptığı mini çizgi roman denemesi de gayet başarılı bir deneme.
Fakat ne oluyorsa yan odada birinin olması ile oluyor. Hikayede filmden kendini sürekli çıkmaz sokaklara sokuyor.
Polisler neredeyse karikatürize ekip gibi... Bir sahnede görünmelerini anlamlı kılmak için yaratılmışlar sanki.
Polislerin eve gelmesi ile başlayan süreçte, sırlar bir bir çözülüyor ama, hemen her şey son derece klişe!
Yan odadaki adamın ve katilin sırrı o kadar klişe bir yere çıkıyor ki, o ana dek harcanan emek adeta boşa gidiyor.
Her şeyin ucunun bucağının cinselliğe çıkması, işin ucunda cinsel bir fantezinin yatması gibi son derece klişe ve artık çoktan aşılmış bir sebebe dayanması ile film kötü bir deneme olarak kalakalıyor.
Başlangıçta yaratılan gerilimi sonlara taşıyamayan Dehşet odası, adeta kullandığı klişelerle dehşete düşürüyor. Yine de testere ile başlayan kurbanları odaya kapatıp onlarla oynama hikayesine yeni bir şeyler eklemeye çalışıyor. Odadaki atmosfer gayet güzel yaratılmış.
Sonuna kadar izleten, türe yeni bir şeyler eklemeyen sıradan bir korku filmi daha vizyondan ve belleğinizden akıp gidiyor.