“Bridget Jones Onun İçin Çıldırıyor” (Bridget Jones: Mad About the Boy), ilk filmi 2001’de vizyona giren kültleşmiş film serisinin dördüncü filmi.
Film, fragmanında itibaren çok sevilen ve Colin Firth tarafından canlandırılan Mark Darcy karakterinin ölümünü açıklayıp Bridget için yeni aşk potansiyellerine yer açıyor.
Yeni filmin üzerine konuşmaya başlamadan önce gelin serinin ilk üç filmini hatırlayalım.
Yeni bir yılın başlangıcında, 32 yaşındaki Bridget (Renée Zellweger), hayatına hükmetmeye başlamanın tam zamanı olduğuna karar verip bir günlük tutmaya başlar. Bridget kendisini, birbirine tam zıt karakterde iki erkeğin Daniel Cleaver (Hugh Grant) ve Mark Darcy'nin (Colin Firth) arasında bulur.
Yazının bu noktasından sonrası filmle ilgili ipuçları içerdiğini uyaralım.
Yeni filmde Bridget’i Tinder’ın var olduğu bir dünyada görmek, onun “ghosting” (karşıdan geleni mesajı cevapsız bırakma) gibi temalarla tanışmasına tanıklık etmek izleyiciyi ilk filmin kaçışçı yapısından bambaşka bir dünyayla karşılaştırıyor.
Film sevdiğimiz oyuncuları ile bir Bridget Jones filmi olsa da daha Amerikanlaşmış film formülleriyle ve tahmin edilebilir şakalarıyla çerezlik bir platform filmi olmaya yüz tutmuş.
Hatta Netflix şifresini unutma üzerine yapılan bir şakayı görmek bana filmin aslında platformlarda gösterime yönelik hazırlandığını düşündürdü. Bunun üzerine yaptığım araştırmada filmin Amerika’da vizyona girmediğini ve sadece platformlarda yayınlandığını öğrendim.
Filmde şimdilerde büyümüş iki çocuğuyla dul bir anne olan Bridget’in anne olmakta bocaladığını yeterince görmüyoruz. Mark’ı kaybettiğinden beri kendine vakit ayırmadığını öğrendiğimiz Bridget filmde aşk hayatını hareketlendirebilmek için sanki bir noktadan sonra çocuklarını rafa kaldırıyor. Bu noktada yardımına her şeye yetişebilen fazla yetenekli ergenlik çağındaki bir dadı yardımına koşuyor.
Filmdeki erkek başroller “One Day” ve “White Lotus” dizileriyle başarı yakalayan Leo Woodall
ve “12 Years a Slave” ile tanınan Chiwetel Ejiofor. Filmin tanıtım resimlerinde bol bol öne çıkarılan ve galada Renee ile boy gösteren Woodall, filmde son zamanların sıkça dile getirilen ilişki tipi “situationship” olarak yer alıyor. Birlikte geçirdikleri vaktin önemi birkaç dakikalık bir montajla gösterilse de modern zaman izleyicisi olarak “biz bunu yemeyiz seni de yedirtmeyiz Bridget” diyoruz. Nitekim takıldığı yeni genç çocukla sevgili olmadıklarını Bridget dışında herkes biliyor.
Sanırım sıkıntı da bu, bizim sevip çığır açtığını düşündüğümüz 2001 filmi, 2025 yılına yeterince adapte olamamış. Film, bulunduğumuz yıla yeni ışınlanmış ve yıllardır işlenen konuları yeni keşfediyormuş gibi hissettiriyor. Bu da bir kere daha filmin inandırıcılığını kaybettiriyor.
Film, sanki halihazırda sevilen bir serinin parçası olduğu için bazı noktalarda seyirci hafife alınmış ve özensiz davranılmış. Ama bu özensizliklerin üstü, sürekli önceki filmlere (en azından henüz yeni izlediğim için hafızamda taze olan ilk filme) atıfta bulunularak kapatılmaya çalışılıyor.
Sıkıcı çiftlerden oluşan yemek sahnesinde aynı dizilimle bütün karakterlerinin 20 yıl sonraki hallerini ve mavi sicim çorbasını andıran içkileri görmek çok keyifli olsa da Bridget transparan bluzünü yeni randevusuna giymeyi düşündüğünde veya Daniel yine Bridget’in kısa mı kısa eteğine atıfta bulunduğunda izleyici olarak nostalji oltası sahnelerin niyetini sorgulamaya başlıyorsunuz. Bu tarz formüller filmi sinema filmliğinden çıkarıp yemek yerken izlenecek platform filmi kategorisine taşıyor.
İlk filmden ara sıra rezil olmasına, çok da başarılı olmadığı anlarını yakalamaya alışık olduğumuz Bridget, bu filmde işine efsaneleşmiş ve herkesin saygı duyduğu bir şekilde dönüyor. Okulda özellikle anlaşamadığı bir anne olsa da işini yeterince zorlaştırmıyor hatta Bridget’a mucizevi dadıyı önererek ev hayatını düzeltiyor.
Arkadaş grubu ise olduğu yerde duruyor. Karakter gelişimi göstermeyip geçen yılların değişen meslek tanımlarıyla gösterildiği arkadaş grubu “iyi ki varsınız ya. Kaç yıl oldu 20 mi? 30 gibi hissettiriyor?” tarzı diyaloglarıyla bir stok resim kareliğinden öteye geçmiyor.
Filmde hoşuma giden detaylardan biri ise henüz filmin ortalarında hem koroyu yöneten hem piyano çalabilen hem de işine tutkuyla bağlı olan (ve belli ki bu tek kişilik orkestra performansı ile hak ettiği maaşı almayan) fen öğretmeni ile veli toplantısı yaparken Bridget’ın arkasında kısa süreliğine beliren “opposites attract” (zıt kutuplar birbirini çeker posteri) oldu. Bu minik ipucu seyirciye küçük bir dedektiflik tatmini yaşatıyor.
Görsel dünyası da genelde çerezlik filmlerden çok farklı olmasa da Bridget’in evi, en hoşuma giden ve renkli mekan oldu. Yine Mark’la geçtiği sokaklardan geçmesi, asıl romantik partneriyle filmin sonuna kadar bir araya gelmemesi ve çok beklenen romantik buluşmalarını karın altında gerçekleştirmeleri de filmin sonlarında bulunabilen ilk filme paralel anlardı.
Serinin sevenlerinin her türlü keyifli bir vakit geçireceğine eminim. Her şeye rağmen sempatik kişiliği ve tatlı kusurlarıyla Bridget Jones filmi izlemek her zaman bir zevk. İzleyeceklere şimdiden iyi seyirler.
Beren Demirci