Hafif bir kum fırtınası...Akabinde çorak topraklarda uzun zamandır işitilmeyen postalların sesi...Yürümekten aşınmış ve deforme olmuş postalları taşıyan iri cüsseli bir gölge ve gölgenin ışığı kestiği noktada durmadan dans eden kızgın kum taneleri... Bundan yaklaşık otuz sene önce dünyayı kavurmuş olan güneşin, şu anda bile aynı acımasızlık ile saldıran ışınlarından kurtulabilmenin yolları ise, kocaman güneş gözlüklerini gözümüzden düşürmemek ve mümkün mertebe derimizde fazla açıklık bırakmayacak kadar iyi sarınmak...
Tam o sırada kavurucu güneşin altından beliren siyahi ve cüsseli adamın hikayesi ise bu kum fırtınasının ve öldürücü sıcağın engellerine -ve elbette- kural nedir bilmeyen başıbozuk çetelere rağmen üstlenmiş olduğu ilahi misyonu yerine getirmek. Bu elbette ki kolay bir görev değil. Hedefine emin adımlar ile ilerlerken yolunun düştüğü bir dip kasabasında karşısına çıkacak olan engelleri de aşabilmesi gerekiyor. Bu karakterin adı Eli ve görünüşe göre oldukçariskli bir yolculuğa girişmiş ne dersiniz?
Denzel Washington\'ın hayat vermiş olduğu Eli karakteri, felaket dakikalarından hemen sonra duymuş olduğu ilahi bir sesin yardımı ile dünya üzerinde kalan son incili buluyor ve aynı ilahi ses kendisinin batıya gitmesini söylüyor. Duyduklarına koşulsuzca inanarak yola koyulan Eli\'nin bu konudaki savunması da açık : \"İnanç söz konusu olduğunda mantığa yüklenmenin bir alemi yok.\". Susuzluk ile kavrulan dünyanın ekosistemi büyük bir darbe yemiş olsa da, insanlar, yağmacılık dışında küçük koloniler ve kasaba sistemi kurmakta da gecikmiyorlar. Bu kaotik ortam bir taraftan hayatta kalma mücadelelerini sürdürürken diğer taraftan bir lidere olan ihtiyaçlarını da göz önüne seriyor ki bu noktada karşımıza Carnegie karakteri çıkıyor. Her ne kadar kasabanın yönetimini elinde tutuyor olsa da daha fazlasını istiyor. Onun izini sürmüş olduğu da dünyada bir tane kaldığı rivayet edilen incil. Zira kendisinin bu kutsal mirasa can siperhane bir şekilde sahip çıkmak gibi bir amacı yok. Haçlı zihniyetini konuşturarak -üstelik dünyayı kızgın kumlara batıran son savaşlardan hiç bir ders çıkartmadan- insanlara kutsal metin üzerinden hükmetmek istiyor. Diğer bir tabir ile bir kasabadan çok daha fazlasını hatta belki de bütün insanlığı...
Eli ise yürümüş olduğu yolun belli başlı tehlikelerinin farkında. Dünyanın çöküşünü gördüğü için tecrübeli, bununla birlikte kendi başının çaresine bakmakta zorlanmayan, hem becerili hem de şanslı (yoksa ilahi adalet mi demeliyim) bir karakter. Kendince kutsal kabul etmiş olduğu görevi ve ilahi kabul ettiği yolculuğu yerine getirebilmek için yoluna serilmiş olan engelleri aşarken, kıssadan hisse kıvamındaki pasajları bıyık altından okumaktan da geri durmuyor. Dünyanın nüfusunun büyük bir çoğunluğunun gençlerden oluştuğu ve inanç küllerinin yıllar önce rüzgara karışıp yok olduğunu, kültürün melon şapkasını başına takarak kapıyı çarpıp gittiğini düşünürsek, Eli\'nin kelamları bulunmaz birer nimet olarak da kabul edilebilir.
Kıyamet sonrası filmlerin son bir kaç yıl içerisinde hem beyazperdede hem de video sektöründe mantar gibi türemesinin sebebi 2012 yılına biraz daha yaklaşmış olmamız diye düşünüyorum. 2012 gerçekten bir kıyamet ala meti midir yoksa dünya üzerinde yepyeni bir dönemin başlangıcı mı? Tamamen safsata dan mı ibare? Maya\'ların uyuyakalmış olması bile ihtimal dahiline eklenirken, anlaşılan o ki nihai tarihe varmadan işin aslını öğrenemeyeceğiz. Aynı şekilde nihai tarihe varmadan başka post apokaliptik örnekler de izleyeceğimizi unutmamak gerekiyor. Örnekler fazla olunca etkilenim de kaçınılmaz oluyor.
Tanrı\'nın Kitabı günümüz kıyamet filmlerinin pek çoğu ile akrabalık bağına sahip olduğu gibi Mad Max ve Waterworld gibi yapımları da andırıyor. The Road\'da karşımıza çıkan yamyamlık, aynı etki derecesinde olmasa da, burada da kendisini gösteriyor. Fakat film, görsel anlamda bana en çok Fallout 3 oyununu anımsattı dersem yalan söylemiş olmam. Bu etkilenim noktaları belki filmi orjinal yapmıyor ama beslendiği kollarının gücünü de yadsımamak gerekiyor. Görsel işçiliği göz okşayıcı nitelikte. Fakat yine de felaketin köklerine izleyicisini fazla bulaştırmıyor. Örneğin savaşın nihai sebepleri hakkında sadece fikir yürütebiliyoruz. Savaştan sonra neler olup bittiği konusu bir kaç cümle ile geçiştiriliyor. Daha doğru bir tabir ile Eli\'nin yolculuğu dışında hiç bir şey ile haşır neşir olamıyoruz.
Denzel Washington\'ın filmin hareketli sahneleri için özel bir eğitim sürecinden geçtiğini biliyoruz. Yine de American Ganster dışında son dönemde kendisini sadece aksiyon filmlerinde seyretmek \"acaba bu tür yavaş yavaş üzerine mi yapışıyor?\" sorusunu sormamıza vesile oluyor. Yine de oynadığı her filme ağırlığını koymasını beceren usta oyuncu, burada da kendisinden beklenen performansı izleyenine sunuyor. Gary Oldman\'ın aşırı konuşkan kötüsü Carnegie, beylik cümlelerinin dışında, süper kahraman kötülerini aratmıyor!. Oldman\'ın oyunculuğu elbette ki karakteri ayakta tutmaya yetiyor fakat çok daha inandıcı ve çok daha oturaklı bir karakter bekliyor olmamızın lüks sayılmayacağını düşünüyorum.
Uzun lafın kısası türü doğru alıcıları ile evlendirmiş bu sebeple gişeye oynayan bir film Tanrı\'nın Kitabı...The Road kadar başarılı, etkileyici ve vurucu olduğunu düşünmüyorum fakat, genel izleyici profiline sunmuş olduğu en önemli avantajının içeriğindeki dozunda aksiyon olduğunu söylemek isterim. Manzara böyle olunca hem post apokaliptik hem de aksiyon izleyicisini yakalamayı becerebilen bir yapım Tanrı\'nın Kitabı...