Keoma (Franco Nero) ufak bir çocukken köyü yakılan ve tüm halkı katledilen bir kızılderili melezidir. İç savaş ona beyaz insanlar gibi yaşamayı, beyaz insanlar gibi kan dökmeyi öğretmiştir. Savaşta kazananların, hayatta ise özgür olarak doğamamış, kaderini kendi çizememiş bir insan gibi kaybedenlerin tarafındadır.
Kasabaya girişinin arifesinde vicdanıyla bir cadının kimliği görüntüsünde karşılaşır. Vicdanı ona, büyüdüğü toprakların bıraktığı gibi olmadığını ve sevilmeyen bir melez olarak fazla hayatta kalamayacağını öğütlemektedir. Keoma'nın kendi ikilemine cevabı ise gayet basittir;
"Dünya dönmeye devam ediyor, insan kaderine karşı çıkamıyor ve başladığı yere geri dönüyor"
Savaşta kazananların tarafında olduğu gibi barışta da gücü elinde bulunduran ve güçsüz olanları kıyasıya ezmeye devam edenler vardır. Doğduğu topraklar Caldwell (Donald O'Brien) ve ekibi tarafından sömürülmektedir. Topraklar ve içinde ki herşey Caldwell'in malıdır. Savaş sonrası baş gösteren salgın hastalıklara karşı yeterli ilaç takviyesinin yapılması bile bu yeni sömürü çetesinin kontrolü altında gerçekleşememektedir.
Hayata karşı duruşu ve fikirleriyle hala bir kızılderili olan Keoma'nın, kendisi gibi değişmeyen şeylerde vardır. Üvey kardeşlerinin bu kızılderili melezine nefreti sürmektedir. Kendisini küçük bir çocukken eğiten George (Woody Strode) artık alkolik bir zencidir. Babası Shannon (William Berger) ise bir güven sembolü olarak etrafta ki sömürüye karşılık, kasabanın biraz daha uzağında sakin bir yaşamı tercih etmektedir. Kötü olanlar daha güçlü iyiler ise zavallı yada yeniktir.
Güçlerin eşitsizliğinin yaşandığı bir coğrafyada herşey hamile bir kadını hasta olduğu için ölüme terkedileceği kamptan kurtaran Keoma'nın dönüş haberiyle değişir.
Devamını Oku