Dead Trigger

Zombi temalı aksiyon filmleri artık sinema dünyasında başlı başına bir tür değil, neredeyse bir evren halini aldı. Ancak “Dead Trigger”, alışılmış zombili senaryoların arasına farklı bir bakış açısı katmaya çalışan bir yapım olarak öne çıkıyor. Başrolde aksiyon sinemasının sert yüzlerinden Dolph Lundgren yer alıyor ve onun varlığı, filme beklendiği üzere bol silah, bol mücadele ve bol kas gücü getiriyor. Ancak bu filmde yalnızca mermiler değil, aslında mesajlar da havada uçuşuyor. "Dead Trigger", kaotik bir dünyada hayatta kalmaya çalışan bir grup askerin, insanlığın son umudu haline gelmesini konu alıyor. Virüsün yayılması, toplumsal çöküş ve insanlığın kontrolü kaybetmesi gibi temalarla örülü hikâye, derinlerde çok daha büyük bir soruyu soruyor:İnsan, kendi sonunu kendisi mi hazırlar?
Film, zombilerle savaşan karakterlerin hikâyesinden çok daha fazlasını anlatmak istiyor:
• İnsanoğlunun kibri ve kontrol arzusu, en büyük tehdit haline gelmiştir.
• Bilimsel ilerlemenin etikle çatıştığı noktalarda ortaya çıkan sonuçlar, artık sadece bireyleri değil, tüm dünyayı tehdit eder.
• Gerçek kahramanlık, yalnızca fiziksel güç değil, ahlaki bir duruş gerektirir.
Filmin bu mesajı, kıyamet sonrası bir dünyada bile hala insanın seçim yapma iradesine sahip olduğunu vurgulamasıyla güç kazanıyor. Filmin estetik anlayışı, karanlık ve yıkıma uğramış şehir tasvirleriyle tipik post-apokaliptik bir atmosfer kuruyor. Yönetmen, aksiyon sahnelerinde hız ve gerilimi iyi harmanlamaya çalışmış; patlamalar, çatışmalar ve birebir mücadele sahneleri beklendiği gibi bol ve dinamik. Lundgren’in canlandırdığı karakter, güçlü bir lider figürü. Ancak onun da ötesinde, insanlığın umudunu taşıyan, çaresizlik içinde bile liderlik yapabilen bir rol model olarak sunulmuş. Bu da filmi, klasik bir aksiyon hikâyesi olmaktan bir nebze kurtarıyor. “Dead Trigger”, yüzeyde zombilerle savaşı anlatıyor gibi görünse de, derinlerde insanın kendi içindeki karanlıkla savaşı anlatıyor. Kendi elleriyle yarattığı yıkımı, yine kendi elleriyle durdurmak zorunda kalan bir türün hikâyesi bu. Filmin en çarpıcı mesajı şu: “İnsanlığın en büyük düşmanı, her zaman dışarıda değil; içeride saklıdır.”
Aksiyon tutkunları için temposu yüksek, ancak dikkatle izleyenler için de düşündürücü alt metinler taşıyan bir yapım. Popcorn sineması ile etik sorgulamayı birleştirmek isteyen izleyiciler için izlemeye değer.